Beraber yaşama ve laik değerler...
Küreselleşme çağında milliyetçiliğin etkisinin eskisi gibi olmayacağı şeklindeki yorumlara sık sık rastlıyoruz. Devletleri ve toplumları yakınlaştıran ve birbirine bağlayan gelişmelerin, içe kapanmacı kültür üretimini ve siyasalaşmayı üreten milliyetçiliğin sahneden geri çekilmesine yol açacağı analizleri yapılıyor. Durum maalesef böyle değil. Küreselleşmenin getirdiği belirsizlikler, yeni ve mikro milliyetçilik türlerini tetikliyor. Bu da klasik milliyetçilik için yeni yaşam alanları açılması anlamına geliyor. O nedenle dünyayı "küresel köy" haline getiren gelişmelerin öbür yüzünde, çok ciddi fanatizm zeminleri yükseliyor. Bunun din eksenli gelişmesi ise tehlikeyi iki kat artırıyor. Oysa dünyanın geldiği noktada, içine girilen karmaşık ilişkiler bütünü, yan yana yaşamanın ve birlikte yaşamanın vazgeçilmez kodlarını belirginleştiriyor. Etnik üstünlük arayışına dayalı, ortak payda yerine bir etnik grubun diğeri üzerinde egemenlik kullanması esasını öngören yaklaşımlar ve laik değerlere karşı anti-laik kodlarla oluşturulmuş birliktelikler, siyasal risk alanlarının başında geliyor. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi etnik sorunlarla dini dinamiklerin iç içe geçtiği yerlerde, etnik yapıları aşan cumhuriyet modelleri oluşmadan ve bunun eksenini laik değerler oluşturmadan kalıcı birliktelikler inşa etmek mümkün değil. Etnik yapıları aşan demokratik cumhuriyet modeli ve laik değerler, yan yana yaşamanın da, beraber yaşamanın da esasıdır.
*** Kıbrıs'taki son referandumda Rumlar'ın "hayır" demesinden daha önemli olan, "hayır" sonucunu ortaya çıkaran dinamiklerdir. "Kilise destekli milliyetçilik"in bir toplumun tercihleri üzerinde bu derece etkili olması üzerine çok düşünmek zorundayız. Üstelik bunu sadece Kıbrıs özelinde değil, dünyanın geneli için yapmak zorundayız. Çünkü gözlemler, Kıbrıs'ın güneyinde ortaya çıkan tablonun dünyanın genelinde pek yaygın olduğunu ve dipten akarak geliştiğini gösteriyor... Benim hafızamda en çarpıcı ve ürkütücü etkiyi bırakan "Kilise milliyetçilik işbirliği" Bosna savaşında ortaya çıkmıştı. Bosnalı Sırplar'ın diğer Sırplar'la işbirliği halinde gerçekleştirdikleri katliam geçen yüzyılın en büyük insanlık utancı oldu. O zaman Sırplar'ın hareketlerinin dinamiklerine eğilindiğinde, Kilise'nin ne büyük bir etkisi olduğu görülmüştü. Ortodoks Kiliseleri genelde milli kiliseler olduğu için, bir bakıma içinde bulundukları ulusu kutsayan bir teoloji yorumuyla donanmış oluyorlar. Bu da milliyetçilik açısından yapıştırıcı ve taşıyıcı bir işlev görüyor... Kıbrıs'ta da iki taraf arasındaki hattın gevşemeye ve karşılıklı ziyaretlerin gerçekleşmeye başladığı zaman diliminde, Kilise, Türk tarafından alışveriş yapılmasını bile yasaklayan bir söylemle görünürleşmişti. Ardından Rum siyasetçilerin tüm bağımsız görünen söylemlerine rağmen, bir şekilde Kilise'nin kollandığı, Kilise dinamiklerinin çok derinden hesaba katıldığı görüldü. Son ortaya çıkan "hayır" tablosunda da Kilise'nin açık etkisi tamamen çıplaklaştı.
*** İçindeki bütün tartışmalara rağmen, etnik aidiyetleri ve dini kimlikleri aşan bir büyük "entegrasyon stratejisi" olan Avrupa Birliği açısından, Kıbrıs'ın Rum kesiminde ortaya çıkan tablonun toplumsal, kültürel ve siyasal dip dalgaları çok düşündürücü olmak zorundadır. AB, şimdi Rum siyasi liderlerini laik değerlerin sınırları dışına çıkmamaları konusunda uyarmak ve gözlemlemek sorumluluğuyla karşı karşıyadır... Kilise destekli bir milliyetçilikle, uluslararası iradenin ve bu arada AB'nin onay verdiği bir planı reddeden Rum tarafı 1 Mayıs'tan itibaren AB üyesi olacaktır. Bu etnik aidiyetleri aşma stratejisine de, laik değerlere aykırı davranma eğilimleri güçlü olan bir siyasal yapının AB içine dahil edilmesi demektir. Demokratik değerler ve laik değerler konusunda gelinen bunca yoldan sonra ortaya çıkan bu hatanın telafisi için, AB'nin KKTC lehine dengeleyici düzenlemeler yapması daha da önem kazanmaktadır...
|