Dünyanın vicdanı...
Adalet ve doğruluk insanın unutma duygusuyla en yakın "akraba." Bunları unutma konusunda müthiş bir yeteneğe sahip insanoğlu. Bu değerleri ayakta tutmak içinse büyük mücadele vermesi gerekiyor hem içinde, hem de çevresinde. Adaletsizlik ve benzerleri ise adeta "bulaşıcı." İnsanın tarihi bu iki kodun özeti gibi. Bilincin gelişmesi ve hayatın ilerlemesi, bunları değiştirmiyor. Yeryüzünün tek biricik değeri olan "insan onuru" ile ötesi arasındaki mücadele sürüp gidiyor. Kendi onurunun ve biricikliğinin eseri olarak sanatı, değerleri ve ilkeleri üretiyor insanoğlu. Bu ürettiklerini ise daha büyük bir güçle yıkabiliyor.
Gözümün önünden gitmeyen tablolardan biri, Irak savaşı esnasında koalisyon güçlerinin birbirine yakın iki binada yer alan Petrol Bakanlığı'nı korumaya almışken, binlerce yıllık kültür ve sanat eserlerini barındıran "müze"yi yağmaya terk etmiş olmalarıydı. İnsanın refahını sağlamaktan başka işlevi olmayan şeylerin sembolü olan bina sıkı koruma altında tutulurken, insanın değerinin sembollerini barındıran bina barbarlığın insafına bırakılmıştı. O günden beri çok şey oldu, çok tartışma yaşandı. Tartışmaların gelip düğümlendiği yer ise, bazı ABD ve İngiliz askerlerinin Iraklı esirlere yaptıları insanlık dışı muamelenin ortaya çıkmasıydı. İnsanoğlunun büyük utançlarından biridir bu. Dünyayı bir bulaşıcı hastalık gibi saran Küresel Gulag Takımadaları'nın "röntgen"i ortaya çıktı adeta. Demokrasi ve adalet götürmek için girişildiği söylenen bir mücadelenin ne derece utanç verici sahneler ürettiği görüldü. Şimdi, bu olan biten, Irak'ta girişilen operasyona mı maledilmelidir, yoksa bir avuç askerin hatası gibi mi algılanmalıdır tartışması yapılıyor. Talabani'nin ağzından ise, "olan bitenin mevcut koşulların olduğu yerlerde sık rastlanan bir olgu olduğu" gibi, insan bilincini sakatlayan bir yorum geliyor. Siyasi çıkarların peşinde, en temel insanlık ilkelerinin "pusula"sı kaybediliyor... Hatta insan onurunun sanki yedeği varmış gibi, aynı olayların Saddam zamanında daha çok olduğu söylenerek, insanlık dışı bir hafifletici sebep aranıyor. Oysa insan onurunu zedelemenin hafifletici sebebi olamaz; çünkü insan olmanın değeri insan olmaktan başka bir şeyle ölçülemez.
Esirlere yapılan utanç verici muamele karşısında, ilgililerin özürlerinin bile "ikircikli" olması, yürünen bunca yoldan sonra insan onurunun nasıl algılandığı konusunda çok derin düşündürmelidir bizi. Açıkça görülmektedir ki, evrensel değer ve mekanizmalara rağmen, bugün dünya "vicdan"ını kaybetmiştir... "Vicdan" çoğu kez modern insanın gözünde akıldan yoksun bir romantizmin ögesi gibi görülmektedir. Oysa vicdan aklın ruhudur. Modernlik, vicdanı örgütleyebildi- ği sürece değerlidir. Ne insan hakları bilinci, ne dindarlık, ne eşitlik, ne özgürlük ve ne de ahlak, vicdanın yerini tutabilir. Vicdan olmadan bunların bir değeri yoktur. Vicdansız akıl, kördür... İnsan onurunun yüceliğine inanmak, vicdanın omurgasıdır. Bunun gerekçesi yoktur, hafifletici sebebi yoktur. Vicdanın olmadığı yerde, akıl ve hayat, zulme yardım ve yataklık yapmaktan başka işe yaramaz... Dün, insanlık, vicdanın gereği olarak çıktığı yolda, özgürlüğe, kardeşliğe, insan hakları bilincine, hukuk devleti öğretisine ve eşitlik ilkesine ulaştı. Bugün gelinen noktada ise, ulaşılmaya çalışılan şeyler konusunda çok uzun bir yol geçilmesine rağmen, uğruna yola çıkılan şey kaybedildi. Dün vicdan kendine bir beden ararken aklı buldu. Fakat akıl, ruhunu kaybederek vicdandan uzak düştü bugün. İnsanın en önemli meselesi kayıp insanlık vicdanını bulmaktır artık. Bu konuda "sağlam bir bilinç" ve "sarsılmaz bir duruş" elde etmeden, diğer işleri konuşmanın pek bir manası yoktur...
|