Matbaa, yangını söndürür müydü?
Alpay Kabacalı, "Başlangıcından Bugüne Türkiye'de Matbaa Basın ve Yayın" başlıklı çalışmasında "Johann Gensfleisch Gutenberg (1394-1469), hiç kuşkusuz ki matbaayı icat etmiş ya da Avrupa'da ilk kez kullanmış kişi değildir" dedikten sonra Hollanda Haarlem'de, 1430'lu yıllarda, Laurens Coster'in bir basımevi kurduğunu ve Gutenberg'in de basımcılığı Coster'in çırağından öğrendiğini belirtiyor. Ancak kesin olan, Gutenberg matbaayı geliştirmiş ve ondan sonra da daha 1400'lü yıllar bitmeden Avrupa'da matbaacılık hızla yayılmıştır. Peki, Avrupa'da bu değişim olurken Osmanlı tahtında kim oturuyordu? Uzun bir geçmişi olan Bizans'a son vererek İstanbul'- u fetheden, bilimin gelişmesine önem veren, Avrupa'dan kendi portresini yapmak üzere ressam getirtecek kadar yeniliğe açık bir hükümdar... II. Mehmet, yani Fatih Sultan Mehmet, şair mahlasıyla Avni...
LALE DEVRİNİN GÖRGÜ TANIĞI Peki, böyle bir sultanın matbaa olgusunu fark edememesi, bu yeniliğin ülkeye getirilmesini sakıncalı bulduğundan dolayı herhangi bir girişime yönelmediği düşünebilir mi? Ayrıca Fatih'i izleyen hükümdarlar da matbaa kurulması yolunda bir girişimde bulunmayacak ve ilk matbaanın açılışı 1727'de İbrahim Müteferrika'ya nasip olacaktır. Araştırmacı Alpay Kabacalı, matbaanın geç gelişini Osmanlı'nın kitabı el sanatlarının bir bileşkesi olarak değerlendirmesine bağlarken tarihçi İlber Ortaylı, Osmanlı'nın "yazı"dan çok "söz"e önem verdiğini, bu yüzden de kitap okumaktan çok anlatılanı dinlemeyi yeğlediğini belirtiyor. Kabacalı'nın da Ortaylı'nın da görüşlerinde haklılık payı oldukça fazla... Elbette, bir ihtiyaç olsaydı en başta Fatih Sultan Mehmet, yalnız İstanbul'u değil, bütün ülkeyi matbaa ile donatırdı. Koçbank Yayınları arasında çıkan "Lale Devri'nin Bir Görgü Tanığı: Jean-Baptiste Vanmour" kitabında yer alan Eveline Sint Nicolas'ın "Lale Devri İstanbul'unda Bir Büyükelçi" başlıklı yazısında anlattığı bir olay, "matbaa"ya paralel bir başka geç kalış hikayesinin ipuçlarını taşımakta... Olay, Batı'ya açık tavrıyla bilinen Sultan III. Ahmed'in saltanatı (1703-1730) döneminde, bir başka deyişle "Lale Devri"nde geçmektedir. Calkoen, Hollanda Büyükelçisi olarak İstanbul'a gelmiştir. Padişahın huzuruna çıkar ve kimileri Hollanda'dan getirilmiş, kimileri de yolda Paris'ten ya da İstanbul'dan alınmış armağanlar sunar. Eveline Sint Nicolas, bu armağanları şöyle sıralıyor: "Rengarenk ve en yüksek kalitede Felemenk ipliğinden dokunmuş saten ve kadife yelekler... Geniş ve çok zarif kristal bir dolap, içinde kumaştan yapma çiçekler bulunan iki gümüş filigre vazo, pahalı kokulu yağlar içeren küçük bir dolap, on ayak uzunluğunda bir teleskop, içinde dört adet gözlüğün bulunduğu çok güzel işlenmiş bir kutu ve her türlü şekerlemeyle dolu on iki porselen kap..."
KRİSTAL DOLAP Şimdi dikkat buyurun... Sunulan armağanlar arasında bir de Amsterdam'da Jan van der Heyden tarafından icat edilmiş yangın söndürme aygıtları bulunmaktadır... Eveline Sint Nicolas, "Bu aygıt" diyor, "yangınların harap ettiği bunca ahşap evin bulunduğu bir şehirde çok makbule geçen bir donanımdı." Bir "kristal dolabı"nın kapağını günde otuz kez açıp kapayarak eğlenen padişah ve tabii çevresi, başkent başta olmak üzere ülke için bunca elzem bir aletten ilgilerini esirgeyeceklerdir. Matbaanın ülkeye geç gelişini anlayabiliyoruz. Ama yangınlara aşina bir şehir için kurtuluş reçetesi olabilecek bir aletin bir "kristal dolap"dan daha değersiz görülmesini nasıl izah edeceğiz?
|