Edebiyat dünyasını karıştıran soru
Bir anket başlatsam ve "Orhan Pamuk hakkında ne düşünüyorsunuz ya da Ahmet Altan?" diye sorsam yanıtınız ne olurdu? Peki Türkiye'nin önemli edebiyatçıları da bu soruyu içtenlikle yanıtlayabilir mi? Sanmıyorum.
Dergi kısa sürede önemli edebiyatçıların "Sevgili Dergisi" haline gelir. Ekim sayısında ise dergide şöyle bir başlık vardır "Nurullah Ataç hakkında ne düşünüyorsunuz?" Birazdan size anlatacağım bölümü okuyunca gülümsedim. Düşünsenize ben bir anket başlatsam, desem ki "Orhan Pamuk hakkında ne düşünüyorsunuz ya da Ahmet Altan?" Türkiye'nin önemli edebiyatçılarının içtenlikle hissettiklerini söyleyeceğini düşünebilir miyiz? Sanmıyorum. Ya bir sürü methiye okuruz ya da yakalamamız gerekir. Sahi bu kadar zor mu eleştirmek? Herkesin beğendiği birilerine laf atmak, takılmak ayıp mıdır? O günkü "Ataç hakkında ne düşünüyorsunuz? sorusuna cevap verenler ayıp olmadığını düşünmüş olacaklar ki ortaya gülümseten yazılar çıkmış. Ferit Edgü: Ataç'ın hayatı çelişkilerle geçmiştir. Bir pire için yorgan yakmaktan çekinmeyen ve son zamanlarını zar atmakla geçiren bu adam için ben ne diyeyim? Hem sonra benim ihtiyarlara karşı saygım vardır. Tarık Dursun K: Dokunmayın o aslana! İlhami Soysal: Üzülerek söyleyeceğim hala en iyi eleştirmenimiz. Yaşar Nabi Nayır: Bana böyle yersiz sorular sormayın! Yılmaz Gruda: Düşündüm düşündüm, "Keçiboynuzu"ndan daha iyisini bulamadım. Ahmet Oktay: El Fatiha!
ATAÇ'IN ÖFKESİ Tabii ki kıyamet kopmuş. Edebiyat ortamı Gürcan'ın deyimiyle toz duman olmuş. Ataç'ın öfkesi ise dağlara varmış. Sular durulup her şey unutulduktan yaklaşık bir yıl sonra Nedret Gürcan Turgut Uyar ile birlikte Ataç'ın evine gider. Bir heyecan, sanki 16 yaşındayken konuşmasını dinlemeye gittiği gün gibi... Uyar, Gürcan'ı şöyle tanıtır: "Üstat, Dinar'dan "Şairler Yaprağı"nı çıkaran arkadaşımız, hani Nedret Gürcan tanırsınız" Bundan sonrası Gürcan'ın kaleminden "Ataç, elini alnına koydu ve yüzünü buruşturarak 'Bu serserileri başıma musallat ediyorsunuz' dedikten sonra bana döndü ve 'Çık dışarıya ulan, o.... çocuğu' diye bağırdı. Ardından üç beş sözcük daha. Ne yapacağımı bilemedim. Evin kapısını şaşırdım. Yüzüm mosmor olmuştu, ayaklarım titriyordu, neredeyse orada bayılacaktım. Hiç unutamam Ataç'ın öztürkçesinin yerine neden sözcüğünü kullandığını düşündüm durdum. Nedret Gürcan o günden sonra Ataç'ı ve Turgut Uyar'ı bir daha görmemiş. Ben kendi kendime gülümserken, yan masadan genç bir kızın cep telefonu çalıyor. Bu melodiyi bir yerden biliyorum ama neydi? Tabii ki Sex and the City'nin müziği. Cep telefonlarına da mı girmiş? Aa bak bir tane daha çalıyor, arka masadan da geliyor. Soho'da bir kafedeyim. Herkesin telefonunda Sex and the City'nin müziği... Ben Nurullah Ataç'ı düşünüyorum. Tatil bana yaramıyor. Yağmur durdu galiba. Gidiyorum. Burası Londra yapacak daha çok şey var. Not: Geçen hafta size olimpiyadlarla ilgili bir soru sormuştum. Bir yanlışlık olmuş, cevap yayınlanmamış. Haklı olarak mail bombardımanına tutmuşsunuz. Soru, 'Olimpiyad'larda bugüne kadar kaç altın madalya kazandık?' idi. Yanıtı, 33 altın madalya. Kaş yaparken göz çıkarmak, hiç başınıza geldi mi? Londra'dayım, bir kafeye oturmuş kitap okuyorum; "Benim Sevgili Taşram". Yağmur yağınca, en yakın kapalı mekana sığınıp, açıyorum kitabımı. Saate göre kahve ya da şarap ısmarlıyorum. Çoğunlukla şarap. Yanında biraz da peynir. "Benim Sevgili Taşram"ı kendi deyimiyle Dinarlı Şair Nedret Gürcan yazmış. İçinde kimi ararsanız bulursunuz. Yakın tarih edebiyatçıları ve siyasetçileriyle yaşanan anılar var, kimi yok şimdi. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Cemal Süreya, İlhan Berk, Özdemir İnce, Bülent Ecevit, İsmet İnönü... Liste uzayıp gidiyor. Ama bir kişi var ki Nedret Gürcan bir başka yazmış onu, bir başka hayranlık duymuş, bir başkaymış o. 1947 yılında Nedret Gürcan henüz 16 yaşındayken o başka bir hayranlık duyduğu kişiyi dinlemek için okuldan kaçar. O sabah Yeni Asır'da "Nurullah Ataç'ın Ankara Palas"ta bir konuşma yapacağını okur. Buca'dan trenle Alsancak'a, sonra otobüsle Konak'taki Ankara Palas'a gider. En önlerde bir yere oturur. Bir heyecan sormayın. Ataç'ın "Türkçemiz ve Dilimiz" başlıklı konuşması uzayınca erken çıkmak zorunda kalır, malum İzmir'e yetişecek. Yolda konuşmadan ne anladığını düşünür, "Galiba hiçbir şey" diye itiraf eder kendi kendine. "Olsun Ataç ile birkaç kez göz göze geldim ya!" Nedret Gürcan'ın Ataç sevgisi o günden sonra daha da artmış. Ataç yaklaşık 5 yıl sonra, bir yazısında Gürcan'ın Tarık Dursun K. ile çıkardığı "Kervan" isimli dergiyi övünce dünyalar Nedret Gürcan'ın olur. Şöyle yazıyor hissettiklerini "Adeta sarhoş olmuştum! Ve Ataç sevgim göklerdeydi, sanki uçuyordum. Ama..." Ama? Şimdi geliyoruz kaş yaparken göz çıkarmaya. Nedret Gürcan Kervan'dan sonra "Şairler Yaprağı" dergisini çıkarmaya başlar.
|