| |
|
|
Kabus gibi bir gecenin anatomisi!..
Bazen sabahlara kadar dolanıyoruz yaprak kıpırdamıyor. Bazen de seksen çarşamba bir pazara sıkışmış gibi, art arda patlıyor işler. Dün gece işte bu dediğim türden, dakikası bile boş geçmeyen bir kabuslu geceydi. Lafı uzatmadan sıkı bir özet çıkarayım da okuyun.
Bu kez iç bükey Saat 21.00 suları. Sözümüz var; SSK Okmeydanı Hastanesi'ne gidip Başhekim Yıldırmak'la birlikte hastanenin acilinde nöbet tutacağız birlikte. İşte sözümü tutuyor, yanıbaşında alıyorum soluğu. Başhekim hoş bir adam. Şeffaf, paylaşmacı, sohbeti bol bir kardeş. Koluma girip aşağılara, acil servisin ta böğrüne indiriyor beni. Hep dışarıdan, kapı önlerinden izlediğim manzaraların iç bükey taraflarını seriyor önüme. Her yanda sedyeler, sedye üstü hastaları, müşahade bölümleri, biteviye sızlanan hasta yakınları, ellerinde röntgen filmleri, reçeteler, SSK karneleri, ilaç dolu poşetler, kan torbaları, idrar tahlil kutucuklarıyla koşuşturan bi dolu yurttaş, yorgunluktan yüz plastikleri sünmüş doktor, hemşire, sağlık personeli kadrosu. O gece orada olup bitenleri, söylenen sözleri, yapılan muameleleri buracığa sıkıştırmam haksızlık olur. Yine sözüm söz ayrı bir yazı yazıp, enine boyuna anlatacağım daha sonra.
Başlıyoooor!.. Saat 24.00 oluvermiş. O an elbet bilemiyoruz ama, kabuslu gece başlıyor meğerse. Telsiz anonsu diyor ki: "Ekiplerimizle çatıştılar. Polise mukavemet var. Bir memur arkadaşımız ağır yaralı." Yer belirtin; kim vurdu, kimi vurdu, nerede vurdu soruları birbiri peşi sıra sızıyor telsizlerden. Merkez devreye girip sükunet çağrısı yapıyor: "Arkadaşlar panik yok. Arkadaşımızı vuran şahıs yaya olarak Amerikan Konsolosluğu'na doğru kaçıyor. Diğer zanlılar 34 UF..... plakalı beyaz Şahinle Unkapanı istikametine gidiyor, güzergâhı kesin. Şahıslar 5 kişi ve ağırlıklı(silahlı)."
Yüzüstü yerde Tüm suç dünyası bilir ki polise mukavemet edip hele de yaralamak akıllı adam işi değildir. Bu tür olaylar genellikle siyasilerin eylemidir. Olay yerinin Amerikan Konsolosluğu'na yakınlığını da hesaba katıp, "Amanın yine terörist işi mi?" diyerek fırlıyoruz o cenaha. Yerler az yağış kayganı. Direksiyona güçlükle hakim oluyorum Şişhane rampasında. Derken Tepebaşı köşesini dönüyorum ki o ne? Yerde yüzüstü kapaklanmış kot takımlı bir genç, başında sivil resmi polisler, mebzul halk ve hepsinde bin telaş. Sağa çekip atlıyoruz aşağı. Kamera kayda girerken ben olayı anlama peşindeyim. - Kim bu, ne bu, ne oldu? - Ne olacak araba vurdu kaçtı. Öldürdü bu çocuğu. Sonra ellerinde kıpırtı görüyoruz genç adamın. Flash TV önünde açtığı simit tezgâhından tanıdığım Agâh bağırıyor ; - Ölmemiş, ölmemiş bu bee!. Kıpraşıyor bak!..
Meğerse O'ymuş Eğilip bakmak, arabaya atıp hastaneye ulaştırmak isteyenler oluyor. Ama o ölü gibi yatan gençten küfürlü bir cümle geliyor o an: "O pis ellerinizi sürmeyin lan üstüme O... Ç....'ları." Şoka girdi de böyle ediyor sanıyoruz. Meğer ki; polisi bıçaklayan gençmiş bu. Kaçarken hızla akan trafiğin arasına dalınca bir araba kaçamamış ve küüüt!.. Apar topar bir arabaya koyuyorlar ve doğruca Taksim Hastanesi. İçeri girdiğimizde yaman bir çelişki fotoğrafı oluşuyor 3 dakikada. Bıçaklayan zanlıyla, bıçaklanıp ağır yaralanan polis memuru yan yana acil yataklarında... Güvenlikler gelip "kibarca" dışarı çıkarıyor bizi hastaneden. Dışarıda ise olayın akışı berdevam. Malum araba ilk çemberi yardı, Topkapı'yı geçti ve hızla ilerliyor. Ekiplerin alayı peşinde elbette.
Karnından vuruldu Önce Havaalanı yoluna gidecekmiş gibi yapıp, Sefaköy'e sapıyor. Oralarda kıskaça alınınca, tekrar E-5'e dönüyor. Bu kez Küçükçekmece tarafına tam gaz giderken, iki ekip sağından solundan presliyor onu. İşte o sırada tam gözü dönüyor kaçakların ve bir tanesi arka camdan yarı beline kadar sarkıp, silah sıkıyor polis ekiplerine. Karşılıklı çatışıp, delice araba sürülüyor. Can havliyle Kanarya Sapağı, Hat Boyu'na sapıyor beyaz otomobil. Ancak 200 metre kadar gittikten sonra direksiyondaki karnından vurulup, sürüş hakimiyetini kaybediyor ve gümbürttt.
Yandııım!.. Şimdi ön kısmı taş duvara yapışmış halde enkaz yığını bir araca döndü o oto. İçinden inenler, ekiplerden inenler ve göğüs göğüse mücadele. O arada da silahlar patlıyor ve genç bir polis "yandıım!" diyerek düşüyor yere. Vuran, duvardan atlıyor ve karanlığa karışıyor. Diğer ikisi için yolun sonu. Kıskıvrak yakalanmış kelepçeyi yemişler bile. İki polisi yaralayanların 3'ü elde, ikisi firar. Yine bir çevirme harekatı, yine arama tarama ve bir kişi daha yakalanıyor az sonra. Ne yazık ki silahlı olan kaçmayı başardı. Şükür ki polisin yarası çok hafif. Kurşun kulak memesini parçalayıp sıyırmış...
Bir infaz daha Daha bu işin terini soğutmamışız, bir anons daha. Adam öyle bir içmiş, öyle bir sürat yapmış ki; Aksaray'a doğru inişte önce trafik levhasına, ardından parçaladığı bariyerlere, sonra da toparlayamayıp Oruç Gazi İlkokulu'nun demirlerine çarpıp, 5-6 metre aşağıdaki kömür deposunun çatısına uçup, konmuş. Tüyü bile zarar görmeden arabadan çıkıyor şoför ve arkadaşı. "Her ihtimale karşı hastaneye bir gidelim" deyip vınlıyorlar oradan. Durup daha uğraşırız ama mümkün mü? Bu kez bir infaz haberi geliyor. Tarlabaşı Bulvarı'nın Taksim'e çıkan kesiminde Diyarbakırlı bir genç adamı kafasından kurşunlayıp öldürmüşler. O sıra bir de kadın yaralanmış seken mermiden. Gidip kan revan içinde yatan o genç ölüyle ilgili bilgi toplarken itfaiye tüm ekiplerini Kumkapı'da yanmakta olan 4 katlı bir binaya sevk ediyor.
Pendik köprü Fırlayıp varıyoruz ki; dehşet tablosu. Alevler, yoğun dumanlar ve balkonda çırpınan her yaştan bir dolu insan. Bir saat kadar uğraşan itfaiye ekipleri sonunda kimsenin canına zarar gelmeden çözüyor olayı. O sıska sokaklara zor girip, zor bela merdiven uzatıyor ve alıyorlar hepsini bir bir aşağı. Kameramanım İlhan omzuma dokunuyor; "Abi Pendik köprüsünde sıkışmalı kaza var!.." Artık çocuğun suratına nasıl baktıysam lafın gerisini şöyle tamamlıyor: "Gitmeye değmez tabii ki abi. Çünkü çok uzak yani. Eee.. Şey, yetişemeyiz, onu demek istedimdi yani de, şey ettim yani!.."
|