Merkezi ele geçirmek mi, merkezi inşa etmek mi? (3)
Seçimleri niye yaparız? Siyasi aktörler arasında bir görev değişikliği olsun ya da daha çok siyasetçiye istihdam yaratmak için değil kuşkusuz. Her demokratik toplum seçimlerden siyasi değerlerin daha çok gelişmesi için rekabet yaratılmasını, daha çok refah üretmek için yeni imkanların üretilmesini ve toplumsal yaşamın diğer alanlarında da kalitenin yükselmesi için alternatiflerin geliştirilmesini bekler... Toplum iyi giden işlerin daha iyiye gitmesi, aksayan işlerin ise düzletilmesi için, kendini yönetmeye talip olanların yarışmasına "hakemlik" eder. Böylece toplumsal yaşamın sürdürülmesi ve kalitesinin artırılması mümkün olur... Türkiye koşullarında, halkın siyasetten beklentisi fazla yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Siyasi alanın gelişmiş ülkelerdeki değerlerle donanmasını ve refah üretme mekanizmalarının geliştirilmesini talep etmektedir toplum. Bu noktada aslında siyasetçinin işi kolaydır. Çünkü yapması gereken ödev zaten yıllardan beri söylenegelen, zorunlu görülen reformların gerçekleştirilmesi ve yapısal düzenlemelerin yapılmasıdır. Bunu gerçekleştirmek üzere değişimci bir siyaset çizgisi izlenmesi gerekmektedir. 3 Kasım seçimleriyle içine girilen süreç budur: Siyasi alanın genişletilmesi için modern siyasi değerlerle donatılması, rasyonel bir ekonomi politikası uygulanması ve yerli değerlerle evrensel değerler arasında uyumlu bir reform politikasının izlenmesi... Bu siyasi anlayış ve uygulama iktidar tarafından üretildiği ve temsil edildiği için iktidar halk desteğini artırmaktadır. Bunun artışının sadece merkezin tek bir parti tarafından doldurulması olarak tanımlanması tek başına doğru değildir. "Çoğulculuk" açısından kuşkusuz çok partinin rekabeti önemlidir ama bunun yanında esas olan tekelci siyasi değerlerin değil, çoğulcu demokratik değerlerin siyasi alana hakim olmasıdır. İktidarın demokratik değerleri yerleşikleştiren bir reform süreci izlemesine ve bunun somut hedefi olan AB'ye tam üyeliği esas almasına karşı, çok sayıdaki muhalefet partisi çeşitli şekillerde reform sürecine itiraz etmektedir. Bu noktada "çoğulculuk" ve "çoğulluk" arasındaki farka dikkat etmek durumundayız. Partilerin sayısı ortada bir "çoğulculuk" olduğu izlenimini verse de, birbirine zıt görüşlerdeki çok sayıdaki partinin değişime karşı çıkmakta birleşmesi, ortada bir "çoğulculuk" değil, sadece "çoğulluk" hali olduğunu göstermektedir. Bu tutumun elde ettiği oy oranı "toplumsal merkez"in bu siyaset anlayışına destek vermediğini göstermektedir. "Toplumsal merkez", çoğulcu demokratik düzene uygun değerlerin "siyasal merkez"i tanımlamasını talep etmektedir. Bunu yapan parti bir tane ve iktidarda olmasına rağmen büyümektedir. Buna zıt konum alan partiler ise çok sayıda ve muhalefet olmanın avantajlarına sahip olmalarına rağmen yeterli halk desteği elde edememektedirler. Bu tabloyu sadece bir partinin açık ara öne geçmesine indirgeyerek "merkezin tek bir parti tarafından ele geçirilmesi" şeklinde değerlendirmek eksik olur: Toplumsal merkezle siyasal merkez arasındaki iletişimden ortaya çıkan gücün, Türkiye'nin her alanda standartlarını artıran bir ivme yaratmasını dikkate almak ve rant siyaseti tarafından buharlaştırılmış merkezin, "iyi siyaset" tarafından "yeniden inşası" süreci olarak değerlendirmeyi ihmal etmemek gerekir.
|