Yalın bir tablo
Kıbrıs sorunu sadece Türkiye için değil, tüm ülkeler için bir müzakere laboratuvarı haline dönüşüyor. Tarih ve siyasal psikoloji bilgisinin gerekliliği kadar, müzakere sanatının yeni dinamiklere uygun modellerini üretmeden bu yoldan ilerlemek mümkün değil. Geçmişte Kıbrıs sorunu ele alınırken müzakere sanatının ileri teknikleri uygulansa da, bunu uluslararası siyasal psikolojiyi yönetecek yöntemlerle ifade etmekte yeterli olunamamıştır. Bu nedenle de Türk tarafının -haksız biçimde- çözüm istemeyen taraf gibi gösterilmesi kolay olmuştur.
*** Kıbrıs'ın birleşik bir cumhuriyet haline gelmemesi Türk tarafının da, Rum tarafının da aleyhinedir. Rum tarafı AB üyeliğini garantilediği için, aleyhine gelişebilecek durumları daha "hafif maliyetler"le geçiştirebilecek imkanlara kavuşmuştur. Buna karşılık Türk tarafı haksız bir şekilde çözüm istemeyen taraf olarak etiketlenmeye çalışılmıştır. Yeni dönemde bu durumu tamamen tersine çevirmeye dönük bir strateji Türkiye tarafından uygulamaya konuldu. Fakat bu strateji sadece bugünü idare etmek ve haklı görünmek için üretilmiş bir tutum değildi. Haksız durumu tersine çevirmek ve stratejik üstünlük elde etmek için sahici bir çözüm stratejisi izlenmeye başlandı. Bu da karşı tarafın çözümden kaçmasına rağmen çözüm taraftarı gibi gözükmeyi başaran çizgisini kolayca "deşifre" etme imkanı yarattı.
*** Şu anda içine girilen "yol haritası" ise bambaşka bir tablonun ortaya çıkmasını sağladı. Bugün Türkiye, uluslararasılaşmış bir sorunun çözümünde "stratejik ve siyasi yaratıcılığı" temsil emektedir. Buna karşılık Yunan-Rum tarafı ise, ya Türk tarafının gerisinde kalmaktadır, ya da statükoyu temsil eden taraf durumuna düşmektedir. Kıbrıs Türkleri'nin var oluş davası ve Türkiye'nin tezleri içerik olarak değişmemekle beraber, bunların korunma ve savunulma biçimleri değişen şartlara göre farklı yöntemlerle mümkün olmuştur. Federe devlet ilan edilirken de, KKTC kurulurken de, içerik aynıydı fakat bunlar yeni şartların gerektirdiği yöntemler olarak ortaya çıkmıştı. Bugünkü uluslararası konjonktür dikkate alındığında Annan Planı "referanslı" olarak Kıbrıs Türkleri'nin haklarını garanti altına almayı ve Türkiye'nin tezlerini korumayı yeni bir yöntem olarak değerlendirmek gerekir.
*** Ortaya çıkan "denklem" içinde Kıbrıs Türkleri'nin egemenlik haklarının vurgulu hale gelmesi ve iki kesimliliği koruyan bir birleşme düzeninin ortaya çıkması, Türk tarafının aktif politika üretimiyle gerçekleşmiştir. Öte yandan kendi tezlerini korurken, aynı zamanda "kazan-kazan" stratejisi ile müzakere sürecinin devamlılığına dinamik katkıları yapan da Türk tarafı olarak dünya kamuoyunun önünde tescil edilmiştir. Bu süreç sağlıklı bir şekilde devam ederse, dünya tarafından siyasi varlığı KKTC temelinde -haksız biçimde- tanınmayan Türk tarafı, Birleşik Kıbrıs Devleti'nin eşit iki parçasından biri olarak AB'ye girecektir. Böylece "tanınmayan" statüsünden, "tanınan devletlerin birinci ligi"ne sıçrama başarısını elde edecektir. Türkiye hem bu başarının mimarı olacak, hem de Kıbrıs'taki federal yapı ve Türk tarafı eksenlerindeki garantörlüğünü devam ettirecektir. Bu statünün Türkiye'nin önüne açacağı imkanlar dizisi ise çok ciddidir.
*** Kuşkusuz, son nokta koyulmadan hiçbir müzakere süreci tamamlanmış olmaz. Hatta ciddi siyasetler açısından müzakere sürecine son nokta koyulsa bile, bu, işin "masa"da sonuçlandığı anlamına gelir ama "saha"da etkinlik üretmek sonsuza kadar sürecektir. Bu nedenle ortaya çıkan her dengeyi soğukkanlılıkla değerlendirmek ve derinlemesine karara bağlamak gerekir. Fakat her şeye rağmen gelinen noktanın siyasal ve stratejik bir başarı olarak kayıtlara geçtiğini tespit etmek gerekir. Çok karmaşık ve zorlu bir sürecin ortasında beliren "yalın tablo" budur...
|