Bodrum bir işe yaradı
Üç büyük şehirden Bodrum'a en yakını İzmir olmasına rağmen İzmirliler için 'bodrum' kelimesi, evlerinin altında bulunan depodan başka pek bir anlam ifade etmez. Eh bu yöresel özellik, doğal olarak beni de kapsıyor tabii. Bu yüzden Bodrum'u iki üç yılda bir o da genelde tesadüf eseri ziyaret ederim o kadar. Yine öyle oldu.
Kışın ortasında hiç aklımda yokken normal olmayan şartlar nedeniyle Bodrum'da bulunmak durumunda kaldım. Aman ne iyi etmişim. Nedir bizim bu illa yazın 50 derece sıcakta beynimizde yumurta pişerken tatil yapma alışkanlığımız? İnanın ilk kez Bodrum'dan hiç ayrılmak istemedim. Çaya, kahveye genelde bir düşkünlüğüm yoktur. Ama bir hafta boyunca tam kahve adamları gibiydim. Gibiydik. Çay servisi yapan her kafeye, ayıptır söylemesi hemen deve gibi çöküverdik. Bitez'den, ısısı 19 derece olan tertemiz suya atlayıp, Mart'ta yüzmenin keyfini çıkardık.
Küba'da, mis kokulu zeytinyağıyla yapılmış lezzetleri tattık sonra da bahçede, yazın o konserve durumu ortamından uzak, keyfimizce dans ettik, özgürlüğü, yosun kokusuyla bir içimize çektik. Vitrinlerdeki, insana 'yok artık' dedirtecek indirim etiketleriyle çocuklar gibi sevindik. Dubai halt etmiş. Şu anda Bodrum ve Söke'deki şu malum outlet'ler tam bir alışveriş cenneti, haberiniz olsun. Sadece dalış okullarının tümünün kış sezonunda kapalı olması canımızı sıktı. Bodrum'a pek yakıştıramadık.
En son çocukluğumuzun okul gezilerinde gezdiğimiz ve hayal meyal hatırladığımız Kale'yi "Hadi bakalım, şimdi masuscuktan ben Leydi Macbeth'- mişim, sen de kaleyi işgale gelen Karayip Korsanı" türü senaryolarla hoplaya zıplaya gezdik. İngiliz Kulesi'ne hasta olduk. Avrupa'nın En İyi Arkeoloji Müzesi ödülünü almış, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ni ağzımız açık gezdik. Kale içinde gezinen tavuskuşlarının kuyruklarını açması için türlü soytarılıklar yapıp sonra da yanlarında, sırıta sırıta poz verip fotoğraflar çektirdik. Bazen boş işler yapmanın, insanın ruhunu nasıl tıka basa doldurduğuna şahit olduk.
Bütün bunları neden anlatıyorum? Bu yaştan sonra, tatsız bir piyangodan çıkan ve aslında epey can sıkıntısıyla gittiğimiz bu tatil bize başka bir kapı açtı. Alışkanlıklarımızın bizi nasıl körelttiğini, ön yargılarımızın elimizi kolumuzu nasıl bağladığını, iş hayatının çarkları içindeki keşmekeş hayata teslim oluşumuzun bizi nasıl gönüllü kürek mahkumları haline getirdiğini fark ettik. Bir insanı etkilemenin en iyi yolu onu şaşırtmaktır. Hamleni, karşı tarafın hiç beklemediği bir anda ve ummadığı bir cümle kurarak yapacaksın. O afallayıp, kendini, alıştırdığı durumun dışında bulduğunda ise sersemliğinden yararlanıp son darbeni indireceksin. Şah, mat! Ne yani bunu hayatıma uygulayamam mı?
Düz, sıkıcı, renksiz, otobandan çıkıp, biraz engebeli de olsa tali yollara sapamam mı? Hem otobanda canım istediğinde arabayı durdurup kenarda yeni açmış papatyaları toplayamam ki. Arada soluklanacağım, limonlu açık çay içeceğim molalar da veremem. İzninle arsız dünya.. Ben biraz yolumu şaşıracağım da!
|