|
|
|
|
|
|
Denizden gelen özel lezzetler
Çengelköy balık restoranları arasına bir yenisi daha eklendi: Del mare. Şık ve farklı bir atmosferde, Boğaz manzaralı bir masada deniz ürünlerine doyulmuyor. Karidesli mantıyla ravioliyi denemeyi unutmayın
Boğazın iki yakası arasında hızlı bir rekabet var. Avrupa yakasındakiler daha modern yapıları, daha canlı ve kalabalık semtleriyle çağdaşlık iddiasındadır. Daha sakin ve nispeten daha yeşil Anadolu kıyısındakiler ise Boğaz'ın huzurlu yakasında olmakla öğünürler. Kanımca manzara açısından da Anadolu yakası daha avantajlı. Beylerbeyi, Çengelköy, Kanlıca'dan manzara, insanın başını döndürecek güzellikte. Bu kıyıdaki birbirinden lüks yalılar Türk ekonomisini ayakta tutan büyük şirketlerin sahibi ailelerin soyadlarını taşır. Genelde bu kırattaki zenginler, gösterişi pek sevmeyen, para ve şöhreti sindirmiş kişilerdir ve yemek yerken de bu türde yerleri tercih ederler. Nitekim Boğaz'ın Anadolu yakasında restoranlar, özellikle de balık lokantaları Avrupa'daki rakiplerine göre daha az gösterişli, ancak lezzet açısından çok iddialı mekanlar. Bundan birkaç ay önce Çengelköy'de bu tür şık ama yemekleri konusunda iddialı balık lokantaları arasına bir yenisi katıldı: "Del mare ristorante..."
FİL AMBARINDAN RESTORANA Üsküdar'dan Boğaz yönünde gidildiğinde, Çengelköy geride kalıp yalılar sona ererken, son bina Del mare... Burası 1800'lü yılların başında fil ambarı adıyla inşa edilmiş. Kulağa pek inandırıcı gelmese de filler bu iskeleden karaya çıkar, bir süre bu ambarda bekletildikten sonra Anadolu'ya gönderilirmiş. İyi de filin Anadolu'da ya da İstanbul'da ne işi var, onu pek anlayabilmiş değilim. Bildiğim kadarıyla Anadolu'nun ilk fili, bir zamanlar Pakistanlı dostlarımızın Ankara hayvanat bahçesine armağan ettikleri Mohini adlı fildi; her neyse... Bu fil ambarı daha sonra ispirto fabrikasına dönüşmüş, ardından da tepeden tırnağa restore edildikten sonra lüks ve kaliteli bir balık restoranına... Restorana girildiğinde, aslında orta kata ulaşıyorsunuz. Girişteki restoran katı, oldukça ağır dekorlu ve karanlık. Bir kat merdiven çıkıldığında ise daha geniş pencereli, açık renk dekorlu bir restoran çıkıyor karşınıza. Biz bu katta bir pencere önü masaya yerleştik. Bir kez pencere önünde oturulduğunda, Boğaz'ın Anadolu yakasındaki manzaranın görkeminden insan etkilenmeden yapamıyor. Tavanda kumaş kullanılarak gözü okşayan bir dekor yaratılmış. Ancak bunun asıl amacı, içerideki ses yansımasının önüne geçmek. Del mare'de bu çok iyi başarılmış. Ses yankılanmıyor. Masada bağırmadan konuşulanlar da rahatça işitiliyor, çalınan, insanı rahatsız etmeyen müzik de. Önceki yıllarda Anadolu yakasındaki Çapari ve Çatana'dan aşina olduğumuz restoranın müdürü Seyfettin Bey Del Mare'nin mezelerinin çok farklı olduğunu söylediği için, menüden seçim yapmak yerine ona teslim olduk. O da her yerde bulunabilecek mezeleri servis ettirmedi, sofraya sadece restoranın değişik mezeleri getirildi.
MARİNE LEVREK Her ne kadar lakerda her yerde bulunabilen bir mezeyse de bu irilikte ve siyah kısımları bu kadar iyi temizlenmiş ve az tuzlu bir lakerda alışılageldik kalitenin çok üzerindeydi. Közlenmiş iri kırmızı çarliston biberlerin içine doldurulmuş patlıcan salatası da iyi bir fikirdi. İki malzeme de birbirine hem lezzet, hem de görüntü olarak çok yakışmıştı. Marine levrek de tattığım benzerleri içinde türünün en iyi örneklerinden sayılabilirdi. Kalamar ızgara ve ardından gelen ahtapot kolunda, bundan bir süre önce faaliyetine son veren, çok özel mezelerini her zaman özlemle hatırlayacağım Yunan lokantası Tanisia'nın hafif ekşimsi lezzetini buldum. Bunun bir rastlantı olmadığı anlaşıldı. Zira şeflerden biri Tanisia'da çalışmaktaymış. Ardından lüks balık restoranlarında ıstakozdan bir önceki fiyat ve kalite düzeyindeki böcek ızgara da üzerine kızdırılmış pul biberli tereyağı ile servis edildi; nefisti. Del mare'nin sıcak mezelerinde en büyük sürprizler sona bırakılmıştı. Bu bölümde karidesli bir mantı geldi, sofraya. Yıllardır hasret kaldığım, fırında kıtır kıtır kızarmış, üzerine dökülen sarımsaklı yoğurtla yumuşamadan servis edilen harika bir mantıydı. Onun tadı daha damaklarda silinmeden bu kez midye ve pavurya etiyle doldurulmuş ravioli sunuldu. Hint baharı curry dozu biraz fazla tutulmamış olsa, raviolinin o güzelim domates sosunun tadı daha iyi çıkacaktı. Seyfettin Bey'in mezeler gösterisi başarıya ulaşmış, ancak bizde balık yiyecek hal bırakmamıştı. Denizlerin bize sunduğu en büyük armağan olan balığa saygım, onu tok karnına hakkını vermeden didikleyerek tabağımda rezil etmemi engeller. Dolayısıyla yemeği burada noktaladım. Del mare'de beğenmediğim tek yan, şarap menüsünün tek bir firmayla anlaşma yapılarak sadece Kavaklıdere ürünlerinden oluşması. Bu uygulama İstanbul'da son aylarda giderek azaldı, adeta yok oldu. Del mare gibi damak zevki olan müşteriye hitap eden şık bir restorana pek yakışmıyor. Boğaz'ın Anadolu yakasındaki bu kaliteli balık lokantasının bulunduğu tarihi komplekste daha çok yer var. En alt katta bir bar, önde geniş bir rıhtım, yanda şimdilik boş duran koskoca bir bina ve bunların hepsinin üzerinde uzanan tenis sahasından daha geniş bir teras daha var. Bunlar yazın devreye girecek. Karşı sahildeki Reyna ve Laila ile boy ölçüşebilecek etkinlikler de düşünülüyor. O zaman restoran şimdiki sakin ve huzurlu ortamını koruyabilir mi, işte orası biraz şüpheli...
|
|
|
|
|
|
|
|
|