|
|
|
|
|
|
O en güzel siyah beyaz filmdi
Belgin Doruk'un hayatını anlatan "Acı Dolu Yıllar" kitabının yazarı Bircan Usallı Sılan, ölümünün 9. yılında efsane oyuncunun bilinmeyen sırlarını kaleme aldı
Hiç unutmadım unutmayacağım da. O pazar sabahı (27 mart 1995) telefon sesine uyandım. Arayan Tahir Yaman adında bir gazeteci arkadaşımdı. "Başın sağolsun. Belgin Doruk ölmüş nasıl oldu biraz bilgi verir misin?" dedi. Elimden telefonun kaydığını ve o zamanlar beş yaşında olan oğlumun "Anne anne aç gözlerini? diye bağırışını anımsıyorum. Oysa bir gün önce aramış; pazartesi sabahı için sözleşmiştik. Arnavutköy'deki evine gidecektim ve çalışmaya devam edecektik.
Pazartesi sabahı yine ona gittim ama çalışmaya değil. Bir demet beyaz fulyamı toprağının bir kenarına koydum. Belgin abla çekip gideli aradan tam koskocaman dokuz yıl geçti. Kalp krizi denildi ani ölümü için, kalp yetmezliği denildi. Oysa bence o artık ölmek istediği için ölmüştü. Çünkü ölümü hep ensesinde hissediyordu. Tek korkusu hayatının tümünü anlatamadan, filminin son bölümünü oynayamadan ölüp gitmekti. Öyle de oldu. Sözde Özdemir Birsel onu sabaha karşı yatakta böyle bulmuştu. Oysa Özdemir Birsel yoktu yanında. En olması gerekli zamanlarda olmadığı gibi. Bu da bir yalandı tümüyle yalan olan siyah beyaz filmi misali yaşamı gibi. Sinema Türk diye bir kanal var. Sinemaseverler bilirler. En çok orada rastlıyorum Belgin Abla'ya. Oradaki tuhaf güzelliği değil yalnızca beni ekrana bağlayan, onunla yaşadıklarımız da değil, onun yaşayamadıklarını yaşar gibi yapması. O filmlerde hiç olmazsa mutlu sona ulaşabilmesi.
Belgin Doruk'u "Geç bulup çabuk kaybettim" buna o kadar yanıyorum ki... Yıllar sonra ilk kez karşılaştığım Vita - ki artık bu ürün de yok olup gitti- reklam çekimlerindeki heyecanını, sonra bir sabah randevusuz gittiğim evinin kapısını çaldığımda bornozu ve saçında havluyla beni karşısında gördüğü andaki şaşkınlığını anımsıyorum. Onu özledim, gerçekten çok özledim. Dost yüzünü, taklitler yapmasını... Duvarındaki hem mutlu hem mutsuz kadın maskını, yaşam hikayesini anlatırkenki heyecanını. "Ayy duralım Bircan biraz. Ben göremeyeceğim bu kitabı" deyişini. İçi boş bir kadın değildi Belgin Doruk. Çocukları (Belki de onu hayata bağlayan tek köprüydü sevgili Gül ve sevgili Aydın) için verdiği akıl almaz mücadelesini kimseler bilmez. Şişmanlığından kendisinden çok kocasını utandırdığı için bıktığını.
Yaşamının hikayesini paraya gereksinimi olduğu için o dönem satmaya karar verdiğini, tümüne sahip olduğu apartmanın elinde kalan son dairesini nasıl sevdiğini, evine gelen icra memurlarını nasıl teselli ettiğini, yeni sinema sanatçılarını nasıl desteklediğini, kaderlerinin benzediği Zeki Müren'e nasıl üzüldüğünü kimseler bilmez. Eskiliğini, kara çarşaf ve beyaz dantellerle kapatmaya çalıştığı evinin koltuklarında geceler boyu nasıl ağladığını. Annesi Rafet hanımın yerli Garbo yaratmak için kızı Belgin'in hayatını müsrifçe harcadığını farkına vardığında nasıl geç kaldığını.
|
|
|
|
|
|
|
|
|