Endülüs'te raks, burada kıvırtmadır!
İspanya, sanki yıllarca sultası altında kaldığı faşizmin acısını çıkartan bir ülke. Alman ve İtalyan faşizmlerinin desteğindeki kuvvetler ile... Stalin'in Sovyetler'i ve dilini yutmuş demokrasilerin ihanetine kurban iç savaşın ardından, "demokrasi kültürü" adeta vicdanlarda olgunlaşıp durdu. Franco'dan kurtulduğu andan itibaren de, "Avrupa değerleri"nin siyasi, toplumsal ve insani manası belki en çok İspanya'da hayat buldu. Bu tespiti, sadece iktidarlara bakarak yapamazsınız. Önemli olan, halkın ne yaptığıdır. Halk temsilcilerinin, bir darbe girişimi olduğunda, tavır alacak kültürü ve desteği halkta bulup bulmadıklarıdır. İspanyollar, demokrasiye geçişin büyük aktörü Sosyalist Parti ile karizmatik lideri Gonzalez'i sekiz yıl önce indirdiğinde, büyük bir "yalan"ı da cezalandırmıştı: "Terörle mücadele"de, iktidarın birtakım özel kuvvetlerle "kirli savaş" yürüttüğü anlaşılmış... İktidarın bu konuda "halka yalan söylediği" de ortaya çıkmıştı. "Kir ve yalan"ın hesabı sandıkta görüldü. Sekiz yıl sonra bugün, ekonomideki tüm gelişmelere rağmen, merkez sağ Halkçı Parti iktidarı, yalanla inşa edilmiş Irak işgaline katılımı kadar, teröre iliştirdiği yalanın faturasını ödedi. "Terörle mücadele" üstüne iktidar yalanlarını iki kez cezalandıran İspanyollar, teröre karşı en açık, en büyük kitlesel tavrı da ortaya koyanlardı. Cezalandırılan, "terörle mücadele" değil, ona bulaştırılan kirli savaş ve halka söylenen yalanlardı.
*** "Halk" öznesini kullanırken.. Elbette yüzde 90'lara filan ulaşan bir tepki söz konusu değildir. Ancak, İspanya'nın yıllardır sunduğu örnek, bir ülkede "halkın yarısı" gibi bir mertebeye ulaşmış demokratik duyarlılık, sokaklara ve sandıklara uzanan hukuk ve gerçek arayışı, hatta hatta yiğitlik mevcutsa... Orada terörün de, resmi yalanların da işinin zor olduğudur. O yüzden İspanya sadece siyasilere değil, toplumlara da ciddi bir ders sunar. Bir ülkenin kaderinin, öncelikle toplum vicdanında tayin edildiğine dair.
*** Akdeniz'i hızla geçip ona bir kısrak başı gibi uzanan memleketimize geldiğimizde, durum biraz hüzünlü olur. Türkiye'de, her şeye rağmen, sandıkta patlayan öfke yahut umutla iktidar değiştirme, tüm telkinlere rağmen halkta "bildiğini okuma" geleneği olduğunu inkar etmem. Ancak bunların demokrasi ve hukuk devletinin kurumlaşmasına katkısı genellikle güdüktür. Kitle desteği almış iktidarlar hızla devletleşmiş, toplum beklentilerini salt "ekonomi"ye hapsedip halkı da devletleştirmiştir. Açıkçası, halkta gerçekleri öğrenme, yalanları deşifre etme, kirleri temizletme aşkının da çok parlak olmamasından da cesaret bularak. Açıkçası, gazeteciliğin, büyük medyanın kekelemelerinden de cesaret alarak veya asıl cesareti orada bulamadığı için.
*** Türkiye'nin "haklı olarak" yürüttüğü terörle mücadele, her eylemi "haklı" ve hukuka uygun kılmaz. Şu sırada bir PKK itirafçısı, "Jitem" denilen derin ve kirli bir örgütlenme içinde işlenen cinayetlere dair bir sürü şey anlatıyor ve bunların doğruluğu bir yana, yanlışlığı üstüne bile siyaset, toplum ve gazeteci duyarlılığı namevcut! Fiş meselesinin, "kol ve yen" içine çekilmesi gibi. Güneydoğu'da kimi askerin de karıştığı toplu tecavüz olayını yazan ve sert biçimde eleştiren Yıldırım Türker'in, zaten ağır bir dava açılmışken, bir de "üyelerinin gazeteci olması şartı bulunmayan" bir "Basın" Konseyi tarafından yargıyı etkileyecek biçimde kınanması gibi. "Endülüs'te raks"ın adı burada hala "kıvırtma"dır!
|