| |
Bunları yazın evladım
T.F.F ve Digiturk'ün katkılarıyla günümün programlanmasına bayılıyorum. Babalar birleşmiş, iki çok önemli maçı üst üste koymuşlar. Bugün ne yapayım, kime takılayım, evde pinekleyerek, bezerek günü zay-ı zebil mi etsem derdi yok. Biri bitiyor, iki saatlik makul bir aradan sonra öteki başlıyor. Kimseye ihtiyacım yok. Cep telefonum kapalı yaşayabilirim. Bir tek futbol yeter. Üstelik zorlu mücadelelerin sonunda Kanaryam lider olmuşsa daha ne isteyebilirim ki? Pazar günü işte bu türden bir gündü. Askerlik gibi. Ne yapacağım diye düşünmenize gerek yok. Birileri sizin için düşünmüş zaten. Sabah çarşı izni, dörtte kışlaya dön ve ekranın başına çök, zıbarana kadar futbol... Pazar günü çarşı iznimi Teşvikiye Cafe'de geçirdim. Dışarı masa koyduklarında tadından yenmiyor. Ve insan evladı bu kadar kahve içebilir mi diye kendi kendinize sormadan edemiyorsunuz. Yan masama oturan orta yaşlı bir adam beni nereden tanıdığını soruyor. Mekana sık geldiğimi belirtiyor, yüz aşinalığıdır diye yanıtlıyorum. Teşvikiye Cafe'ye iki kez geldiğini ve başka bir yerden tanıdığını söylüyor. "Gazeteden olmasın" dediğim an çıkartıyor ve yazılarımı beğeniyle okuduğunu söyleyerek konuya giriyor. Egom yüklü miktarda kafeinle birlikte gıpraşmadı değil hani, ama nereden bilebilirdim ki?.. Meğer yemmiş. Meğer kafamı ütülemek için verdiği hava parasıymış. İki saat boyunca yerel seçimlerden, yolsuzluklara, Beşiktaş'ın engellenmesinden, Popstar'a ne biliyorsa anlattı. İşin garibi bu konularda ne düşünüyorsun diye sorup sonra kendi cevaplamaya başlıyor. Tam hesabı isteyip tüymek üzereyken bir yem daha atıp oturmamı sağlıyor. "Çıktığı günden beri Sabah okurum ben, bir tek Selahattin Duman'ı özlüyorum." Hemen arkasından bombardımana başlıyor. Bir arkadaşının falanca partiden Beyoğlu adayı olduğunu onun hikayesini ve gazetelerde tek bir satır çıkmadığını ve bunu yazmam gerektiğini ve bilmem nerede iki ayda dört defa yolu kazdıklarını, milli servetin işte böyle çarçur olduğunu ve bunu da yazmam gerektiğini ve onlarca konu başlığı vererek onları da yazmam gerektiğini anlattı durdu. Kafeinden zehirlenip ölmek istediğim dakikalarda bir yem daha attı. "Aslında benim kız sizi çok seviyor." Bunun ardından dış siyasete geçtik. Kıbrıs'ta üç kağıda geldiğimizi, AB'nin bizi sittinsene kabul etmeyeceğini, İran'da rejimin değişeceğini ve bizim buna hazırlıksız olduğumuzu masaya yatırdı. Ben sizden daha iyi biliyorum, ben sizden daha duyarlıyım, ben sizden daha meraklıyım mesajı içeren girişimlerdi bunlar ki, sıkça rastlanır gazeteci-okur ilişkilerinde. Sonra sıra yazarlara geldi. Her biri hakkında ayrıntılı görüşlerini anlattı ve "sahi köşe yazarları nasıl yazıyor" sorusunu sordu. Artık servis bana geçmişti. Ona öyle şeyler anlattım ki ne kızı ne de kendisi beni bir daha okumaz... Pardon, kızı okumaya devam edebilir. Programlanmış günüm alt üst olmasa da enerjimi tüketmişti yan masadaki adam. Ayrıntılar yarın..
|