| |
Arkadaşlarımız yanıyor!..
Tam kırk beş yıl önceydi. Kırk beş yıl önce tam bugün. Yani 17 Şubat 1959. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes uçakla İngiltere'ye, Kıbrıs Devleti'nin kurulmasıyla ilgili "Londra Anlaşması"nı imzaya gidiyordu. Beraberinde kalabalık bir kadro vardı. Uçak Türk Hava Yolları'nın Viscont tipi SEV yolcu uçağıydı. Kaptan pilot o zamanki adıyla Yeşilköy Havalimanı'ndan kalkışı gerçekleştirmiş, ardından hava raporu istemişti.
Sonun başlangıcı Gelen bilgiler tatsızdı. Londra inişe müsait görünmüyordu. Önce Paris'e inilmesi düşünüldü. Ancak kuleden Heathrow yerine, Güney Londra'daki Gatwick'e iniş mümkün olabilir önerisi gelince bu tercih edildi. Havada uzun süre daireler çizip konum belirledi kaptan pilot. Sonra da gözüne kestirip "İneceğiz" dedi yardımcısına. Yolcular da bir süre sonra Gatwick Havaalanı'nın cılız ışıklarını fark ettiler hayal meyal. İşte pek çok kişi için sonun başlangıcı o anlardı.
Yanarak dağıldı Yerel saat 19.00'u gösterdiği sırada 4 motorlu uçak alçalmaya başladı. Ancak pencerelerden görülen bilindik alan manzaraları değil sık ağaçlarla dolu bir çam ormanıydı. İşte o anda korkunç bir gürültü duyuldu. Dev ağaçlara çarpan uçak suya düşmüş kağıt gibi kırılıp bükülüverdi önce. Ardından yine dev gürültülerle parça parça oldu. Kuyruk kısmı yekpare halde kalabilmiş ve yanarak çevreye dağılan ana gövdeden uzak bir yere savrulmuştu.
Kadere teslim olmak İşte Adnan Menderes bu kuyruk kısmında kalmış, ayağı ezilen alüminyum levhalar arasına sıkışmış, ve ters olarak düştüklerinden baş aşağı gelmişti. Bu korkunç kazayı mucize şekilde atlatan Adnan Menderes şöyle anlatmıştı dehşet dakikalarını: "Tayyarenin arka kısmında sol pencereye yakın oturuyor, anlaşma metinlerine son kez göz gezdiriyordum. Ölüm korkusunun, ölümden daha beter bir duygu olduğunu o an hissettim. İki alemin ortasındaydım. Takdire sığınmaktan başka yapacak bir şey yoktu. İlk aklıma gelen sureyi okumaya başlayarak kendimi kadere teslim ettim."
Sürünerek yaklaştı O kazayı yaralı olarak atlatan herkes gibi Başbakan Menderes de az ötelerinden yükselen alevler arasından gelen feryatları duyuyor, çaresizlik içinde sadece izleyebiliyordı bu felaket tablosunu. Kısa bir süre sonra yine hafif sıyrıklarla kurtulan DP Sakarya milletvekili Rifat Kadızade sürünerek Başbakan'ın yanına geldi. Uzun uğraşlardan sonra ayağından çekerek kurtarabildi onu.
Yüzü yırtılmıştı Rifat Kadızade ve Şefik Fenmen Başbakan'ın kollarından tutarak daha güvenli bir mesafeye kadar götürdüler onu. Görünürde sadece yüzünde bir yırtık vardı. Oradan ince ince kan süzülüyor, başkaca bir yara beresi bulunmuyordu. Menderes yanındakilere teşekkür ettikten sonra göz yaşları içinde ve çaresizce inledi: "Şu trajediye bakın. Arkadaşlarımız uçağın içinde yanıyor hiçbir şey yapamıyoruz..."
İlk müdahale Tony ve Margareth Bailey çifti kazanın olduğu yere çok yakın bir çiftlikte yaşıyorlardı. Gürültüleri duymuş, alevlerin ışığını ta oralardan görebilmişlerdi. Karısıyla birlikte hemen dışarı fırlamış, ormanın içlerine dalmışlardı. Sağ kalan, yaralanan birileri varsa onları bulup yardım edeceklerdi. Nitekim böyle de oldu. Kısa sürede kaza yerine ulaşan İngiliz çiftçi perişan haldeki kazazedeleri buldu. Enkaz içindekileri kurtarmaya uğraşırken eşi, Başbakan'ı ve birkaç kazazedeyi daha eve götürdü. Eski bir hemşireydi ve ilk müdahaleyi o gerçekleştirdi.
14 yitik can Haberi ilk duyuran BBC oldu. Ve elbette hem Türkiye'de hem bütün dünyada şok etkisi yaptı bu haber. Cumhurbaşkanı Celal Bayar başta olmak üzere tüm yetkililer bir yandan şoku atlatmaya bir yandan da durumu anlamaya çalışıyorlardı. Ancak Başbakan ve beraberindeki heyetten haber alınamamıştı henüz. Bir süre sonra Başbakan'ın hayatta olduğu, ancak tam 14 kişinin yaşamını yitirdiği anlaşıldı.
Hazin, hüzün, ibretlik Bu mucize kurtuluşun üzerinden çok kısa bir süre geçtikten sonra yaşanan acıları, açılan yaraları anmak, harmanlamak istemiyorum. Ama karınca kadar aklım, tüy kadar cılız ağırlığımla fısıldamak isterim şu, muhtemelen şapşalca çıkarımlarımı. Yaşam herkese düşsel tahterevalliler kuruyor ayrı ayrı. Herkes kendi payınca bu tahterevallilerde bazen inip, bazen çıkıyor. Üç haneli mezrada doğup, yaşayıp, ölenin de, şahların, sultanların, başkanların, başbakanların da birer düşsel tahterevallisi oluyor elbet.
Ahh ne yazık!.. İnişte de, çıkışta da görülen manzaralar sadece keyfengiz, kıpırdak ve cilalı değil he mi? Bazı bazı görüken tablolar hazin, hüzün ve ibret peyzajları gibi tıpkı. Ah ne mutlu tarihten, olaylardan, yaşamlardan, başlangıçlardan, sonlardan ders çıkaranlara. Ne yazık... Ahh ne yazık; dünü unutan, yarınlara heep hükmedeceğini sanan, tahterevallileri ıskalayanlara. Vah yazık onlara...
|