Dinlerarası takiye
Geride bıraktığımız perşembe günü üç büyük semavi dinde ahlaki değerleri ve terörü tartışmak için düzenlenen panelin öncesinde ilginç bir 'küresel karma ayin' yaşandı.
Müslüman, Hıristiyan ve Musevi ruhani liderlerin panelden önceki 'barış ve kardeşlik' dualarına 'amin' dedik. Aynı ruhani zevat 2004 yılı için dileklerini de özetlediler. Rum patriğinden Süryani Katolik önderine kadar hepsinin konuşmaları düzeyli ve umutlandırıcıydı. Ancak bu bölümde Ermeni patriğinin çok güzel bir Türkçe ile yaptığı cesur değerlendirme özel bir dikkati hak etmişti.
Üç semavi dinin kitaplarının, içerdikleri barış ve iyilik öğretilerine rağmen yeryüzünde bugüne kadar yeterince etkin olamadıklarını belirten Ermeni ruhani lider özetle şöyle diyordu: "İnsanlar, bu kutsal kitaplarla gelen dinlerin daha çok şekli uygulamalarına sarıldılar. Allah'ın çağrısını derinlemesine anlayıp içselleştiremediler.
Ne yazık ki çoğu zaman ruhaniler de aynı çizgide kaldılar, dinin yüzeyinden içeri nüfuz edemediler. Bu da özleri barış olan üç semavi dinin kutsal kitaplarının yeterince iyilik üretmesini önledi." Doğrusu böyle bir özeleştiri beklemiyordum. Öteden beri dinlerarası diyalog konusunu ihtiyatlı bir merakla izlemeye çalışan biri olarak ilk defa 'galiba bu işe hakiki samimiyet karışıyor' dedim. (Samimiyetin yalancısı vardır efendim!) Malum, Türkiye'deki bu çabaların temelini oluşturan irade Fethullah Gülen'in şahsında merkezleştiği için konuya ilişkin zengin komplo trafiği çok zengindir.
Kitabın tam ortasından Şahsen her komployu ciddiye alan ama beynini rehin vermemeye çalışan biri olmama rağmen, işin içinde Vatikan gibi sabıkaları arşa yükselmiş bir merkez bulunduğu için şüpheciliğimi en az ikiyle çarparım. Ancak bu şüpheciliği dengeleyen iki de ağırlık var:
-Müslüman insan edilgin görünse ve ezilip büzülse dahi İslam'ın din olarak hiçbir diyalogdan zarar görmeyeceği inancı..
-Dinlerarası diyalog sürecinin tehlikeli tuzaklar içerdiğini öne sürenlerin çoğundaki tutarsızlık.. (Bilindiği üzere, bunlar bir yandan misyonerlik tehdidine vurgu yaparlar, bir yandan da başörtüsünü savunmak ile PKK eşkıyalığını bir görürler!) Lakin, ne Fethullah Gülen dedektiflerinin garabet halleri ve ne de yukarıda andığım karma ayindeki samimiyet hissi geliştiren söz ve görüntüler, 'dinlerarası takiye' sorgusunu erteletmemeli. Gerçekçi bir dinlerarası diyalog için kaçınılmaz takiye perdelerini aralamaya çalışmak şart!
Birinci takiye perdesi Peygamberlik kurumu:
-Musevi'ler Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın peygamberlerini ve kitaplarını reddetmeyi dini bir zorunluluk görecek.
-Musevi'ler ve Hıristiyan'lar Müslümanlığın peygamberini ve kitabını inkâr etmekte ortak olacak.
-Müslümanlar ise Musevilikle Hıristiyanlığın peygamberlerini tanıyacak ama kitaplarını çarpıtılmış ve değiştirilmiş bilip inkâr edecek. Böylesine temel 'küfür' titreşimi içinde samimi bir dinlerarası diyalog ummak, aydaki kayalıklarda meleklerin gül bahçesi kuracaklarını beklemek gibidir. Her ikisi de ancak mucize ile mümkündür.
Çağdaş mucize yorumda Oysa Hazret-i Peygamber'in sağlığında, nice başka mucizelere rağmen böyle bir müzakere iklimi oluşmadı! 'Ehl-i kitap' ilahiyat merkezli diyalogu arada bir kabul ettiyse de çabucak kaçtı.
O zaman gerçekleşmeyenin şimdi yaşanabilmesi, herhalde İsa'nın dönüşü beklentisinin simgesel bir tecellisi olarak samimiyetle hayal edilebilir. Böyle bir umudun mayası olabilecek temel taviz ise, bu üç dinden her birinin ötekileri de 'insanı iyileştirici' ve 'cennete götürücü' birer yol sayabilmesidir.
Yoksa; ben senin dinini bütünüyle insanları helake götüren bir sistem olarak görmeye devam ettikçe ancak diyalog takiyesi yapabilirim! Peki bu üç dinin inananı için böyle açılım mümkün mü? Sözgelimi hem Musevi olacaksın; hem de Hıristiyan veya Müslüman bir kişinin de iyi insan örneği haline gelip cenneti hak edebileceğini kabul edeceksin.
Yahut bunun tersi söz konusu olacak. Üç semavi dinin sahip bulunduğu derin benzerliklere rağmen böyle bir hoşgörü mayasından söz edebilmek için neye ihtiyaç var? Kitabi, nazari dayanağa.. Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da; 'öteki' için de cenneti helal gösteren ayetlere..
Bir Müslüman olarak Tevrat'ın da, İncil'in mevcut halleriyle bu yönde bazı ibareler içerdiğini kabul ediyorum.. Ama, her iki dinin ilahiyat külliyatı içinde bu tür ibareler doğaldır ki doğrudan Müslümanları da zikretmez.
Cennet çok mu küçük? Dolayısıyla Musevi veya Hıristiyan kişinin; 'öteki' olarak Müslüman'ı da 'doğru bir yol'da görebilmesi teorik bakımdan imkânsız denecek kadar zordur.
Oysa Kur'an'da böyle bir diyalog mayası olarak kesin şekilde 'takiyesavar' bir ayet (Bakara: 62) var ki, orada Museviler de, Hıristiyanlar da ismen zikredilir, Allah'a ve 'Son Gün'e inanıp güzel işler yaparlarsa kurtulacakları müjdelenir.
(Gerçi bu ayeti günümüzde ilk kez böyle yorumlayan Profesör Süleyman Ateş neredeyse ateşe atılacaktı. Fakat Arapça dilbilimi açısından o ayeti bu şekilde yorumlamak bence zorunluluktur.)
Bu durumda, üç semavi din içinde gerçek bir diyaloga en elverişli olanı İslam'dır. Ama onun da şartı, söz konusu ayeti böyle engin bir müjde olarak yorumlayabilmektir.
Oysa İslami çevrelerin onda dokuzu bu ayetin müjde çerçevesini -bana göre zorlama ile- daraltır; Müslüman'dan başkasının iyi insan olsa bile kurtulamayacağı yargısına uygun yorumu seçer. Şimdi herkes kendi kendine sorabilir:
Bu şartlar altında dinlerarası diyalog sürecinde Müslüman taraf da dahil, takiyeyi aşmak nasıl mümkün olabilir? Tabii dileyen bu soruyu, mevcut durumu aşmaya çağrı sayar, isteyen de 'pişmiş aşa su katmak' olarak görür. Her iki halde de yararsız olmaz. Mesela 'pişmiş aşa su katmak' en azından yağ katsayısını azaltır ve şişmiş göbeklere minik bir ihsan olur.
|