| |
Gözden kaçan
IMF ile 7'nci Gözden Geçirme'nin ilk bölümü kazasız belasız bitti. Yüzde 6.5 faiz dışı fazla hedefinin mutlaka tutturulacağı güvencesini alan IMF heyeti "Şubat'ta görüşürüz" diyerek gitti.
Tabii bir dizi uyarıyı da ihmal etmedi. "Devlet harcama yönetimini iyileştirin. Gelir toplamayı geliştirin. Özelleştirmeyi hızlandırın. Bankacılık sektöründeki reformlara asılın..." Benzer uyarı geçen hafta IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger'den de geldi. Yeni Delhi'de bir konferansta yaptığı konuşmada sözü Türkiye'ye getirerek şöyle dedi:
"Türkiye'nin -geçmişteki- deneyimleri gösterdi ki, bir ya da birkaç reform yapmak yeterli olmuyor. Reform bir süreçtir, bir adım değil. Sürekli olması gerekir, çünkü ekonomiler değişime devamlı ayak uydurmak zorundadır. Aynı nedenden ötürü, mali disiplini sağlamak da, bu sürecin bir parçasıdır. IMF'nin görüşüne göre, gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde artan kamu açığı, büyümenin önünde en büyük tehlikelerden birini oluşturuyor. Hedeflere ulaşılmak isteniyorsa, kamu açıklarının azaltılması ve sağlam mali politikalar temel koşuldur." Yüzde 6.5 faiz dışı fazla hedefini tuttur... Gelirleri artır... Harcamaları kıs... Kemerleri sık...
Başüstüne ama yüzde 11'lere ulaşan işsizlikle mücadele önlemleri nerede? Gelir dağılımı adaletsizliğini azaltmaya yönelik sosyal politikalardan ne haber? Oysa 1948'te IMF kurulurken üç hedef sıralanmıştı: Dünyada ekonomik istikrar, gelişme ve işsizlikle mücadele. Bu hedefler hâlâ sözleşmesinde duruyor.
İnsan ister istemez Dünya Bankası'nın eski başekonomisti, günümüzün bir numaralı IMF düşmanı, 2001 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph Stiglitz haklı mı kuşkusuna kapılıyor. Bakın daha üç gün önce Bombay'daki Dünya Sosyal Forumu'nda neler söyledi:
"IMF sadece büyümeyi sağlamakta başarısız olmakla kalmadı, daha da vahimi sosyal güvenceyi geriletti. Gelişmekte olan ülkelere dayattığı fotokopiyle çoğaltılmış reçeteler, sosyal facialara neden oldu. Liberalleşmenin hızı, istihdam yaratmanın hızını kat kat geçti..." Stiglitz'den son söz: "Ekonomi, uluslararası finans kurumlarının teknokratlarına bırakılamayacak kadar önemlidir."
Tanrı uludur 72 yıl önce bugün, Dolmabahçe Sarayı'nda Hafız Yaşar Okur'un gür sesiyle okuduğu Türkçe Kur'an'ın sureleri yankılanıyordu. 22 Ocak 1932, Ramazan'ın 15'inci günüydü. Atatürk, Hafız Yaşar ve birkaç arkadaşını Dolmabahçe'ye davet etti.
O gün sabaha kadar konuklarıyla Kur'an tercümesi konusunu tartıştı, tan yeri ağarırken ayağa kalktı, ceketinin düğmelerini ilikledi ve Fatiha suresinin Türkçe çevirisini okumaya başladı.
Bunu 30 Ocak'ta Hafız Rıfat Bey'in Fatih Camii'nde ikindi vakti okuduğu Türkçe ezan izledi. Türkçe ezan aynı yıl 18 Temmuz'dan itibaren genel uygulamaya dönüştü. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti'nin ilk icraatlarından biri Arapça ezana dönmek oldu.
Tarih: 16 Haziran 1950. Atatürk, "Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar, bunun için Kur'an, Türkçe olmalıdır" diyordu. Bu amaçla Cumhuriyetin ilk 15 yılında Kur'an-ı Kerim'in meali ve tefsiri niteliğinde 9 eser yayınlattı. Bunların arasında Elmalılı Hamdi'nin meali, Buhari'nin hadis külliyatı da vardı.
"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümden çağdaş, bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur" diyen Atatürk'ün Türkçe ibadet denemesi sürseydi, bugün nasıl bir Türkiye olurdu acaba? Sizce nasıl bir Türkiye olurdu?
|