| |
|
|
Zaman, kıyısı olmayan çılgın bir nehirdir!
Yaşadığımız çağda yer alan hızlı değişim, takıldığımız konuları da etkiliyor. Bir dönem, gazete yazıişlerinde haber ve dizi röportaj konuları üretmeye çalışırken, öncelikle akla gelen başlık, "Yok olan meslekler" olurdu.
Alüminyum ve çelik tencereler, "Kalaycı"ları yok etmişti. Yatak sanayii, "Hallaç"ları bitirmişti. Kentlerde su, düzenli şekilde konutlara gelince "Saka"lar ortadan kalkmıştı. Konfeksiyon sanayii "Terzi"leri, hiper marketler "Bakkal"ları tehdit ediyordu.
Kurşundan filme, rotatiften webofsete geçince, basında matrisciler ve kalıp dökümcüleri yok oldu. Böyle listeler çıkarırdık. Şimdi işin çapı büyüdü ve globalleşti. Dijital fotoğraf kameraları ve fotoğraf çeken cep telefonları, koca "Kodak"ı, "Fujitsu"yu tehdit ediyor. Filmleri şipşak banyo edip, basması ile ünlü Walgreen zincirinin Amerika'daki 1500 dükkanına, dijital fotoğrafları basmak için, printerler yerleştirilmeye başlanmış.
Film satışlarındaki düşüş nedeniyle de, Kodak şirketinde 15 bin kişi işten çıkarılıyormuş. Bu tür teknolojik gelişmelerin, bizim yaşamımıza yansımalarını, her gün görmüyor muyuz? Eskiden otomobilimiz teklemeye, öksürmeye başlayınca, bir "Karbüratörcü"ye giderdik. Şimdi araçlarda enjektör var. Ayrıca her şey, bir çiple yönlendiriliyor. Oto-sanayilerde, çırakların, aracınızın arızalarını bilgisayarla teşhis edip, onardığını görmüyor musunuz? "Tüp Bebek" konusuna, "Genetik Mühendisliği"ne bir bakın. Veya telli, analog telefon hatları ile konuşmaya çalışırken, her gün, her dakika uyduları kullandığınızı, telefondan televizyona kadar dijital platformlarda yaşadığınızı hatırlayın.
Gazete koleksiyonlarını karıştırırken, 1950'lerde ve hatta 60'larda, Ankara mahreçli haberlere, "Telefonla" sözcüğü eklenirdi. Şimdi dünyanın öbür ucundaki savaşları, canlı yayından, naklen izliyoruz. Tıpta, mesela bir beyin tümörünün teşhisi için, hastanın kafatasında delik açılırdı 1960'lara kadar.
Şimdi tomografi var, sonografi var. Galiba farkına varmadan yaşadık bu müthiş değişimi. Sonuçlar bize, hep varmışlar gibi geliyor. "Metroseksüel Erkek" olgusu da bu değişimin bir ürünü değil mi? Özellikle renkli televizyon, insanların erkeği ve kadını ile dünyaya bakış açısını değiştirdi.
Hatırlarım. Eski ABD başkanlarından Nixon'ı, 1975'te Brüksel'deki bir NATO toplantısında izlemiştim. Yüzünde kalın bir fondöten tabakası, dudağında sürekli kırmızı boya vardı. Çünkü her dakika, televizyon kameraları onu izliyordu. Seçmenine sağlıklı ve dinç görünmek zorundaydı.
Sonra İstanbul'da, ünlü dansçı Nureyev'le birlikte olduk. Onun da gözlerinde hep sürme vardı. Çünkü imajı böyle olmuştu. Saç jöleleri yerine, saçınızı bira veya limon suyu ile şekillendirdiğinizi unuttunuz mu? "Old Spice" veya "English Lather"la başlayan after-shave'lerin, şimdi "Tarkan", "Mustafa Sandal" gibi markalara dayanmaması mümkün müydü? İster kızın, ister kızmayın. Zaman, kıyısı olmayan bir nehirdir. Akıp giderken, her şeyi ve herkesi sürükler.
|