Klavyede düello...
SABAH gazetesinde dün üç yazarın "klavye" üzerine tartışması birinci sayfaya taşınmış ve görüşleri şöyle özetlenmişti: EMRE AKÖZ: Barlas yazısını klavye ile yazsaydı, "suhte kelimesi "sahte" olarak çıkar mıydı? MEHMET BARLAS: Klavyeciysen neden suhteyi öğrenmek için internete değil de sözlüğe baktın? HINCAL ULUÇ: Önemli olan neyle değil nasıl yazdığın. İnsan kafasıyla eli hangi aletle daha uyumluysa onunla yazmalı...
***
Niyetim, üç yazarın arasına girip tartışmaya katılmak değil. Kırk yıla yaklaşan gazetecilik hayatımın neredeyse yarısı "musahhih"lik yaparak geçtiği için kimi gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Şeyh-ül muharririn, bilindiği gibi Burhan Felek'tir ve yazılarını elle, üstelik "eski yazı" ile yazardı ve benim de uzun yıllar çalışıp emekli olacağım Cumhuriyet gazetesine girmeme vesile olacaktır. 70'li yıllara kadar Cumhuriyet'in hemen hemen bütün musahhihleri genellikle Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu ya da öğrencileriydi. Bu bölümde benim gibi "Osmanlıca" yı öğrendiklerinden "eski yazı"yı okuyup yazabiliyor, gazetelerde de "eski yazı"yı kullanan yazarlar bulunduğundan musahhihlik için tercih nedeni oluyordu. Burhan Felek gibi Murat Sertoğlu ve Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu da "eski yazı" yı kullanırdı. Mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın kimi şiirlerini kahvede otururken "eski yazı" ile yazdığına, Aziz Nesin'in kimi toplantılarda "eski yazı" ile not tuttuğuna çok tanık olmuşumdur. Yazı, sonuçta bir araçtır çünkü ve nasıl değil, ne yazdığın önemli...
*** O yıllarda, yazarlar "teksir kağıdı" dediğimiz ve gazete bobin artıklarından kesilmiş kağıtlara yazardı yazılarını... Mehmet Barlas, çok iyi bilir, Cumhuriyet'te Nadir Nadi hariç -o birinci hamur kağıda yazardı,- gazete içinde hep bu bobin artığı kağıtlar kullanılırdı. Hatta tuvalette el ve yüz yıkamak için bile... Tabii temizlik maddesi olarak da "arap sabunu"... Mesela Mehmet Barlas, bakla misali harflerle 3-4 sayfada bitirirken "Dünyada Bugün" başlığıyla üçüncü sayfada yer alan makalesini, yine Dış Haberler Servisi'nden Ergun Balcı, bir makale için en az otuz sayfa harcardı. Bu yüzden de masasının çevresi bir kağıt harmanı gibiydi. Kağıdı kullanımları yanında yazı biçimleri de farklılıklar gösterirdi yazarların. "Eski yazı"yı bilen birçok yazar, "yeni yazı" ile yazdığı zaman ı" harfini "i"den ayırmak için, "ı"nın üzerine nokta" değil de bir "çentik" atardı. "mama", meme" gibi olumsuzluk belirten bir kelime yazdıkları zaman altlarını çizerlerdi. Mesela Haldun Taner, Almanca eğitimi aldığı için "masa", pencere" misali kimi kelimeleri büyük harfle yazmaya özen gösterirdi. Melih Cevdet Anday, yazılarını daktilo ile yazardı, ancak şeridini değiştirmeyi beceremediği zamanlar el yazısına başvururdu.
*** Sözün özü, "musahhih" Türkçenin incelikleri yanında okuduğu yazarın kimi özelliklerini de biraz bilmek zorundaydı. Önüne "suhte" diye bir kelime geldi, anlamını bilmediği gibi okumakta da zorluk çekiyor. İlk yapacağı iş, "suhte"nin önünde ve arkasında bulunan kelimelere bakmak... Yazar, "u"yu nasıl yazıyor, "a"yı nasıl? Kelimeyi bu şekilde doğru okuduktan sonra ister sözlüğe baksın, ister arama motorunu kullansın bilgisayarın...
*** Bilgisayarı yeni öğrendiğim yıllarda "İki Sevda Arasında Karasevda" başlıklı düzyazı kitabım için 13 şiir yazmıştım. Sanırım dalgınlıkla Ctrl-Z tuşuna bastığımdan olacak bütün şiirler uçtu bilgisayardan... Sonra yeniden yazdım ama, aynı lezzeti bulmam ne mümkün? Şimdilerde yine bilgisayarda yazıyorum şiirlerimi, ama disketlere kopyalasam da, ne olur ne olmaz diye yine el yazısı ile "defter"lere aktarıyorum. Kalemin yazdığı silinmiyor çünkü, alınyazısı dahi olsa...
|