Genel müdürlere selam olsun!
Bu ülke Arjantin'e döner mi dönmez mi?
Bilemem... Sosyal patlama olur mu olmaz mı? Onu da... Ama benim gazetedeki minyatür odam Arjantin'e döndü bile... Ve de 'sosyal patlama', hem de nasıl büyük bir gümbürtüyle gerçekleşti... O sıcak Güney Amerika ülkesinin sokakları gibi odam şu anda... Talan edilmiş... Ajandalar, notlar, kalemler, faks kağıtları, her daim elimin altındaki acil durumlarda danışılacak kitaplarım (İmla kılavuzu, sözlük vs.), tarafımdan fırlatıldıkları duvarda biraz hırpalandıktan sonra yerlere saçılmış... Telefonu öyle bir çarpmışım ki, ahize üç yerinden çatlamış... Ama tuhaftır, hala çalışır vaziyette... Alıştı zahir! Yalnız odam mı...
Gözüm şimdi camda yansıyan gülcemalime takıldı da...
Yüzüm de aynen yağmalanmış Arjantin marketleri gibi...
Dağılmışım yani...
Ağlamaktan gözlerim olmuş Japon balığı... Bağırmaktan da sesim pavyon emeklisi gibi çıkıyor... Kısık, boğuk...
Bugün bir sakatlık olacağı sabahtan belliydi aslında...
Yataktan kalkarken sinirliydim daha...
Evde Şaki'yi payladım, vapurda ben sakin sakin "Gergin Ruhlar Antolojisi"ni okumaya çalışırken, kulağımın dibinde hiç durmadan "Var mı çay, kahve, salep, adaçayı içeeen?" diye bağıran adamı payladım, her sabah gazetenin önünde duran simitçiyi doğru düzgün peynir getirmiyor diye haşladım...
Ve finali, adı değişen bankalardan birinden arayan bayan arkadaşla yaptım...
Şimdi yeri gelmişken, (ya da tamam işte.. tarafımdan zorla getirilmişken), adı aynı kalan veya alfabenin değişik haflerini deneyen bankalara seslenmek istiyorum izninizle...
Bakın biraderler!
İşlerimiz yolundayken, "nasıl olsa öderiz" diye sizden borç aldık mı?
Aldık!
Şimdi bu borçları geri ödemekte zorlanıyor muyuz?
Zorlanıyoruz!
Sözünde duramamanın, iki yakayı bir türlü kavuşturamamanın sıkıntısı zaten yeteri kadar bizi sıkıp üzmüyor mu?
Sıkıyor ve de üzüyor!
Öyleyse bizi, geçmiş dönem borçlarımızı hatırlatması için arattırdığınız arkadaşları, ses tonları ve kullandıkları kelimelere dikkat etmeleri konusunda Allah aşkına bir uyarıverin...
Örneğin beni, "ödeme gecikti, icra kapıda, parayı ne zaman yatırırsınız" gibi sözlerden hiçbiri, "Sizi genel müdürlüğe rapor etmem gerekiyor" sözü kadar çileden çıkarmıyor...
Odamın ve benim yüzümün şu andaki haline bakılıyorsa aslında 'çileden çıkmak' deyimi hissettiklerimi anlatmak için hafif kalıyor..
"Seni babama şikayet ederim" şeklindeki azarlar tondaki ya da "Seni bohçacı kadına veririm" şeklindeki çocukluğumuzun en korkutucu cümlesini sarfeder gibi "Genel müdürlüğe şikayet" tehdidi beni bir gün katil edecek...
Kendi kendimi ihbarımdır!
Bugün üç kuruşluk banka kredisi borcu için canına kıyan gencecik insanları daha iyi anladım..
Gururlarını kırıyorsunuz çünkü...
Onlar benim gibi telefonda "Sizi genel müdürlüğe rapor etmem gerekiyor" diyenlerin genel müdürlerinin kulaklarını çınlatıp, ağzına geleni aynı anda diline düşüremeyenler...
GİDİLESİ-GÖRÜLESİ!
Orta Anadolu'da Uçhisar'ı, akşamüstü güneşinin kızıllığında...
Bir de Güneydoğu'da Hasankeyf gözümün önünde sabahın ilk ışıklarıyla belirdiğinde...
Aynı duyguyu hissetmiştim...
Dünya değiştirdiğimi...
Alice'e dönüştüğümü...
Bir masal diyarına düştüğümü...
Ilısu Barajı'nın suları altında kalacağı günü bekleyen Hasankeyf'i unutmamak, önümde uzanan ve yakın zamanda "tarih olacak tarihi" hafızama kazımak için neredeyse gözümü bile kırpmamıştım...
Geçtiğimiz günlerde kredi kaynaklarından İsviçre Bankası UBS, 'yüzlerce arkeolojik alanın sualtında kalacağını ve gerekli tedbirlerin alınmadığını' gerekçe göstererek projeden çekildiğini açıkladı...
O gün, o ılık mayıs gününde, Hasankeyf'in hüzünlü haline çok üzülmüş biraz da "ah" etmiştim! Tuttu!
|