Emekli Orgeneral Çevik Bir, ortak bir dostumuzla yemek yiyor...
Yemekte, 28 Şubat'la ilgili bir özeleştiri yapıp, gülle ağırlığında şu sözleri söylüyor: "28 Şubat'tan sonra bizde hatalar yaptık. Benim de hatalarım oldu. Bankalara el konulması, itibarlı isimlerin içeri alınması doğru bir hareket değildi. Bunlar yanlış oldu. Emekli paşaların banka yönetim kurullarında görev almaları da doğru değildi!" Orgeneral Bir, bazı gazetecilerle ilgili o günlerde takındığı sert ve suçlayıcı tavırlar için de benzer bir görüşü seslendiriyor: "Doğru değildi!" diyor...
SERT SÖZLER
Dün İstanbul'da Harp Akademileri Komutanlığı'nca düzenlenen bir sempozyumda, bir başka general de AB süreci ile ilgili benzer ifadeyi kullanıyor...
"Takındıkları tavır doğru değil!" diyor...
MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, neden böyle düşündüğünüyse şu kelimelerle ortaya koyuyor: "Türkiye'nin milli menfaatlerini ilgilendiren hiçbir konuda, Avrupa Birliği'nden en ufak bir yardım görmüyor. Türkiye'nin, Rusya Federasyonu ve İran'ı da içine alacak şekilde bir arayışın içinde olmasında fayda buluyorum!" Görünen o ki Türkiye, şimdi Avrupa Birliği serüvenini, iç politika malzemesi yapmanın rahatsızlığını yaşıyor...
Dün Kılınç Paşa'nın ifadesiyle, bir kez daha gündeme gelen rahatsızlığın altında bu var...
Çünkü, bu konu iç politika malzemesi yapılmayacak kadar önemli ve hassas bir konu...
"Ya gireceğiz, ya gireceğiz" mantığının Türkiye'yi bugün getirdiği nokta ortada!
CİHET-İ ASKERİYE
Oysa...
AB süreci her boyutuyla konuşulmalıydı...
Konuşulup, tartışılmalıydı...
Fakat...
Tartışılmadı!..
Tartışılm ış olsaydı, cihet-i askeriye görüşünü bu kadar sert ve de net bir şekilde ortaya koyma ihtiyacı hissetmezdi...
Bu bakımdan, siyasilerin orduyu AB sürecinde hassas olduğu noktalarda rahatlatması şart!
Çünkü, başka Türkiye yok!
Hepimizin Türkiyesi aynı...
Sürekli Türkiye'nin nasırlarına basan, bazı AB'li devletlere, belki zamanında şu sorular net olarak sorulmuş olsaydı, bugün, bu ikilik yaşanmazdı...
ZOR SORULAR
PKK'ya insanca muamele yapmadığımız için kızan devletlere, "Acaba Almanya'ya hiç sordunuz mu, Badder Mainhoff Çetesi elemanlarına karşı ne kadar insan hakları uyguladı?" diye...
Türkiye'nin sınırları içinde bir Kürt devleti kurulmasını isteyenlere de, "Niçin Fransa'dan da Korsika'yla ilgili aynı şeyi istemiyorsunuz?" diye sorulamaz mıydı?
Ya da yazdıkları raporlarda "Kürt azınlık" gibi ifadelere yer verenlere, "Acaba neden kendi sınırlarınız içindeproblem yaratan Kızılderililer'e, Havaililer'e karşı taviz vermeye yanaşmıyorsunuz?" denilemez miydi?
Mitterrand'ın karısı gelip, Türkiye'nin güneydoğusunu denetlediğinde, biz de başbakanın eşini Korsika'ya göndermeyerek acaba ayıp mı ettik...
Belki de...
İşin o tarafını diplomatlara sormak lazım!
Fogg'un mailleri ortalığa saçılıp, oynanan kirli oyun açığa çıktığında da hadiseyi iletişim özgürlüğü diye geçiştirenler...
Neden yazışmalarda geçen sömürge valisi üslubuna bir defa dahi olsun karşı çıkmadılar...
Fogg'un terbiyesizliğini gözardı ettiler...
Gazeteci kimliğimize ya da çalıştığımız gazeteye bir başkası laf söylediğinde, kıyameti koparan bizler...
Neden iş Türkiye'ye geldiğinde bu kadar suskun kalıyoruz...
Vurdumduymaz oluyoruz...
Acaba, milliyetçi diye damgalanmaktan ya da MHP'li diye afişe edilmekten mi endişe ediyoruz...
Kim bilir!..
ULUSAL ONUR
Bu şekilde davranıldığı sürece, inancım o ki, asker de rahatsız olacak, ülkesini seven, Türk olmaktan gurur duyanlar da...
Bu nasıl bir ülkedir ki, dinini bir partiye, vatan sevgisini bir partiye, laikliği bir başka partiye, Atatürk'ü de alakasız bir başka partiye teslim ederek ilerlemeye çalışır...
Bu ülkeyi seviyorsanız, bunların hepsinin bir arada olması gerekmez mi?
Atatürk bize öyle öğretmedi mi?
Özal bu gücün bizde olduğunu göstermedi mi?
Ki...
Bu ülkenin bölünmez bütünlüğü ve Atatürkçü çizgisini sadece asker mi savunacak...
Asker olmayanlar da en az askerler kadar bu ülkeyi sevdiklerini, yeri geldiğinde net bir şekilde ortaya koyması gerekmez mi...
DALAN'DAN ABRAMOWITZ'E
Nitekim...
Bunu net bir şekilde ortaya koyanlar da var...
Bedrettin Dalan anlatmıştı...
Körfez Savaşı sırasında, ABD Ankara Büyükelçisi Abramowitz, Dalan'a gelir...
O'na, "Kamuoyunda etkinliğiniz var. Türkiye'nin de ABD ile birlikte Irak'a karşı savaşa girmesi için çağrıda bulunun" önerisini yapar...
Dalan'ın cevabı nettir:
"Karşılığında Musul ve Kerkük petrollerini verecek misiniz?"
Abramowitz, "Elbette hayır" der...
"Sizden bir şey karşılığı değil, insan haklarının evrensel değeri için savaşmanızı istiyoruz" diye ekler.
Dalan, "Biz Musul ve Kerkük'ü bir kez ele geçirirsek, artık oradan çıkmayız" deyince...
Abramowitz sorar:
"Ne yani, ABD ile savaşacak mısınız?"
Dalan, "Vietnam bile savaşmadı mı? Türkiye ondan daha az onurlu mu?" diye sorar...
Abramowitz, teşekkür ederek ayrılır...