kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
14 Ocak 2009, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Susurluk'ta devlet olmak

Ergenekon soruşturmaları öyle görünüyor ki hızla başka bir mecraya doğru kayıyor. Daha önce Türkiye'nin başını çok ağrıtmış Susurluk bu soruşturmaların bir uzantısı olarak bir kez daha ortaya çıkıyor. Bunda rahatsız olacak da bir şey yok, şaşacak da. Çok genel bir mantıkla ve bugüne kadar dünya ölçeğindeki diğer örneklerin yarattığı deneyim birimiyle bakınca devlete bulaşmış, kısmen devletin kontrolü altında gelişmiş yeraltı örgütlenmelerinin nereye kadar gideceği, neler yapabileceği, kapsamının ne olacağı konusunda kimse önceden bir şey söyleyemez. Öyle de oluyor. Soruşturma bir parça derinleşince farklı parçalar bir araya geliyor ve bambaşka bir resim açılıyor önümüze. Bu resmin ne olduğunu irdelemeye çalışayım.

Makyavel'in dar yolu
Susurluk döneminde yazdığım yazılarda çokça vurguladığım bir nokta vardı. Bugün de aynı noktanın çok iyi bilinmesi gerekiyor. Türkçede karşılayacak sağlam bir terim bulamadığımız için anlaşılması zor olan bu kavram eski tabiriyle hikmet-i hükumet yeni tabiriyle devlet aklıdır.
'Devlet aklı' terimi Batı dillerindeki ' rasion d'etat' nın doğrudan yapılmış bir çevirisidir. Hikmeti hükumeti hiç anlamıyoruz, devlet aklına da bir anlam veremiyoruz.
Hikmet-i hükumet terimindeki hükumet devlet, hikmet de varlık neden veya daha geniş bir algılamayla varlığı anlamını taşır. Terim ilk kez Makyavel tarafından geliştirilmiştir ve özünde devletin ayakta kalmasını sağlayacak yolların, nedenlerin hepsini (ne olursa olsun) meşru görür. Asıl olan devlettir, devletin varlığıdır. Maksat devleti ayakta tutmaktır. İşte bu maksadı sağlamak için her yol mübah, her yol meşrudur.
Fazla uzatmak istemem ama bu düşünce daha sonra devleti öne çıkaran, onu toplumun üstüne yerleştiren ve görüşlerini devletin işlevini yitirdiği bir iç savaşın içinde ve ardından yazan Hobbes 'un devlet tanımından da türemiştir demek yanlış olmaz. Devlet ayakta kalmalıdır, aksi takdirde, Hobbes'a göre, doğa durumuna yani devlet öncesi, herkesin birbirini boğazladığı ilkel döneme dönülür. Eh, Fransız Kralı'nın ' devlet benim' demesini de bu çizgide bir yere isteyen oturtabilir.

Devlete karşı hukuk
Modern devlet bu düşüncenin terk edilmesinden sonra başlar. Liberal düşüncenin sırrı buradadır. Mülkiyet hakkının muhafazasını sağlamak için liberal düşünce sözleşme kavramını geliştirir. Devleti 'toplumsal iyi'yi, toplumsal sözleşmeyi ayakta tutan varlık olarak görür. Bunu sağlayacak olan da hukuk devletidir. Devletin kayıtsız şartsız egemen olmadığı, düzenleyici rol üstlendiği ve meşru şiddet kullanma hakkına sahip bulunduğu, bizzat kendisinin de yargılanabildiği devlet hukuk devletidir. Bu anlayış içinde devlet bildiğini okuyamaz. Kendisini hukukla sınırlandırmak zorundadır. Devlet 'bekâsı' yani devamı için dilediği kararı alamaz. Faili meçhul cinayet bir yana tutukladığı insana kötü muamele bile edemez.
Kritik nokta budur. Çünkü modern devlette bu anlayışın hâkimiyetine rağmen daima devletin içinde belli gruplar kendilerini devletten, devletin bekâsından gene kendilerinden kaynaklanan bir gayrimeşru yetkiyle 'sorumlu' görür . Onlar için devlet hâlâ en yüce, kutsal, dokunulmaz varlıktır ve devamı, sürekliliği, 'düşmanlardan' korunması için ne gerekirse yapılmalıdır. Gereken ise yeraltı örgütlenmesidir. Devletin içinde devletin kurulmasıdır.
İşin hazin ve vahim yanı bu düşünce sadece devlet içi yetkililer tarafından değil Soğuk Savaş yıllarında devletler arası kurumlar tarafından da öne çıkarıldı. O kurumların başında NATO geliyordu. NATO her ülkede yeraltı örgütlenmesine gitti. Ne var ki dönem bittikten sonra da elinde silah tutan insanların, grupların bir bölümü bu düşünceyi kendisine şiar edinerek devleti korumak adına olmayacak işleri yaptı.
Türkiye, özellikle ASALA'lı, PKK'lı yıllarda bu düşüncenin ayakta ve canlı kalması için gerekli her türlü şarta sahipti ve işte o anlayış ve o şartlar zemini bizi Susurluk'a getirdi.
Şimdi ne mi oluyor? İşte onu yarın anlatayım.