kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
14 Ocak 2009, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Krizler, fırsatlar

9 'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, "Siyasette 24 saat bile çok uzun zamandır" der.
Demirel'in engin ve zengin siyasi tecrübesinin en veciz özeti olan bu sözün doğruluğu son gelişmelerle bir kez daha kanıtlandı.
Hatırlayın; çok değil iki hafta önce, geçen yılın son günlerinde Türkiye-AB ilişkileri üstüne ne öngörüler yapılıyor, ne senaryolar yazılıyordu...
- "2009 hem Türkiye hem AB için 'Ya hep ya hiç yılı' olacak" diyen mi ararsınız.
"Türkiye'nin AB üyeliğinin çıkmaz ayın son çarşambasına kaldığını " yazan mı istersiniz.
Brüksel'deki kim olduğu belirsiz gözlemcilere dayanarak, " Türkiye için yeni senaryolar üretildiğini, alternatif statü arayışlarının başlatıldığını " iddia edenlere mi takılırsınız...
"2009'un Türkiye'nin AB perspektifinde ciddi olup olmadığı açısından gerçek bir sınav yılı olacağını" söyleyenlere mi kulak verirsiniz... (AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn)
Gözdağı, uyarı, bezdirmeyıldırma, moral bozma; ne isterseniz vardı.
Bir de iki hafta sonraki havaya bakın... Tek cümleyle şöyle: "AB'nin stratejik açıdan Türkiye'siz bir cüce olarak kalacağı bir kez daha kanıtlandı."
Hayır; bir değil, iki kez daha kanatlandı. Hem Gazze trajedisiyle, hem de gaz kriziyle.
Gazze savaşında AB'nin resmi arabulucu heyeti (Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana ile Fransa, Çek Cumhuriyeti ve İsveç dışişleri bakanlarından oluşuyordu) Ortadoğu turundan sadece eli boş dönmekle kalmadı, imajını da çizdirdi. Çünkü tarafların hiçbirince ciddiye alınmadı.
AB'den bağımsız girişimde bulunmaya kalkan Fransa'nın hiperaktif Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin çabaları ise, gerek ülkesinin, gerekse AB'nin Hamas'la hiçbir temasının olmaması, dahası onu "Terör örgütü" kabul etmeleri nedeniyle, dar alanda paslaşmalarla sınırlı kaldı, yani tribünlere oynadı. Sonunda hiç değilse zevahiri kurtarabilmek için Türkiye'den yardım istedi. Son günlerde bu konuyu sık sık ele aldığımız için Ankara'nın Sarkozy'ye uzattığı can simidinin Fransız lideri nasıl rahatlattığını uzun uzadıya anlatmayacağız, sadece Avrupa basınından bir cümleyi aktarmakla yetineceğiz : "Sarkozy, 6 Ocak Salı günü Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile görüşürken, odada bir kişi daha vardı: Başbakan Erdoğan'ın Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu." (Not: Sarkozy ve Avrupalı diplomatlar çoktan evlerine döndüler. Davutoğlu hâlâ Şam-Kahire arasında mekik dokuyor. Ulaşılacak sonuçta kesinlikle ciddi, hatta tarihi bir payı olacak.)

Büyük Oyun'da yeni hamleler
Rusya ile Ukrayna arasındaki doğal gaz savaşına gelince... Türkiye'nin enerji güvenilirliği açısından vazgeçilmezliği asıl bu krizde Avrupa'nın kafasına dank etti.
Şimdi "Rus doğalgazına alternatif arıyoruz", "AB'nin Rusya'ya bağımlılığını azaltmanın çarelerini düşünüyoruz" gibi yuvarlak gibi görünen cümlelerle "Nabucco" projesi üstünden Türkiye'ye göz kırpılıyor.
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu bugün özel gündemle toplanacak. Konu: Parlamento'nun Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Saryusz Wolski'nin ifadesiyle, "Bu tür krizlerin bir daha yaşanmasına izin vermemek için neler yapılması gerektiği..." Yani? "Alternatif enerji yolları"na yoğunlaşmak. O yolların başında da elbette Nabucco geliyor.
Gaz kriziyle Avrupa satranç tahtasında hamle yapan oyuncuları dün ABD'nin güçlü ekonomik dergisi "Forbes" şöyle saydı: Norveç, Cezayir ama özellikle de Türkiye.
Norveç, krizden yararlanıp gaz ihracatında rekor kırdı. Cezayir, Türkiye'ye gönderdiği sıvılaştırılmış doğal gazını artırıp, AB'ye "Reeksport" kapılarını açtı.
Ya Türkiye? Dergi şöyle diyor: "Alternatif koridor potansiyelini iyice ön plana çıkaran Türkiye, AB üyeliği şansını büyük ölçüde artırdı."
Başbakan Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun davetlisi olarak 18 Ocak'ta Brüksel'e gittiğinde çok farklı bir havayla karşılaşacak.
Yeni Başmüzakereci Egemen Bağış da Türkiye'nin elinin güçlendiği bir dönemde görevi devralarak, AB'ye şanslı bir başlangıç yaptı.
Sanki 2004 Aralık'ındaki iyimserlik geri geliyor gibi. Hükümet bu ortamı yeni bir reform dalgasıyla taçlandırırsa, Türkiye kesinlikle AB yolculuğunda vites yükseltmiş olur. Umutlanalım dersiniz?