kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
6 Ekim 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Kanseri yenmek yerine arkadaşlık etmek!

Kazım kanatlanıp aramızdan ayrılalı iki hafta oluyor.
Yediğimiz ekmeğin, içtiğimiz suyun, saçımızı dalgalandıran rüzgârın tadını anlatan; bizi sevdiklerimizin değerini bilmeye çağıran hafta sonu yazılarını şimdiden özlüyorum.
Fakat bugün Kazım'ın vefatı nedeniyle tekrar gündeme gelen ve çok sayıda insanı ilgilendiren bir konuya değinmek istiyorum.
Şu "kanseri yenmek" meselesine...
Dünya popüler ezberleri bir kenara koyarak bu konuya kafa yormaya başladı artık.
Soru çok...
Neden bir hastalıktan iyileşmiyoruz da, ille de "düşmanla savaş"tan galip çıkıyoruz?
Hangi insan göğüs göğüse çarpışırken "yaşam sevinci"ne sahip olabilir? Oysa biliyoruz ki, kanser hastalarının iyileşme gücü ve yaşam kalitesi böyle bir duyguya sahip olmalarıyla doğru orantılı...Nasıl oldu da böyle bir "savaş terminolojisi" ortalığa hâkim oldu?
Sakın bu terminolojinin altında kanserin kendisinden çok kanser tedavisinin meşakkatli ve pahalı bir süreç olduğu gerçeği yatıyor olmasın?
İki yıl önce yine bu konuya kıyısından köşesinden dokunmuş ve şöyle sormuştum...
Mücadele verenlerden bazıları hastalığı yeniyor, bazıları yeniliyor mu? Yenilenlerin "günahı", hatası, eksiği, zayıflığı ne peki?
Hastalığı "içerden" tanıyan Sevgili Yurtsan Atakan bu sorum karşısında şunları yazmıştı Hürriyet'teki köşesinde...
"Kanseri yenmek ne demek zaten? 80 yaşında hastalığa yakalanmış birinin beş yıl daha yaşaması mı? 8 yaşında hastalıkla tanışan birinin 25 yaşında trafik kazasında ölmesi mi?
Zafer ölmemekse eğer, mutlak zafer hep ölümün değil mi?
Peki ya zafer hayatta kalmak değil de ölümle barışmaksa?
İşte o zaman kanser insana, kansere yakalanmayan çok az kişiye nasip olan mutlak zaferi tatma şansı veriyor."
Nedir o mutlak zafer?
Yaşamla sahici barış!
Yani ancak ölümle barışanların tadabildikleri güzel dostluk!
İster istemez tam bu noktada ünlü İtalyan gazeteci Tiziano Terzani'nin kanserle ilişkisini anlatan kitabını hatırlıyorum: Atlıkarıncada Bir Tur Daha! (Türkçe baskısı yeterince dikkat çekmedi ama harika bir yapıttır.)
Terzani kansere yakalanır.
Tedavinin her aşamasını muharebe olarak tanımlayan savaş dili onu rahatlatmaz, tersine yormaya başlar.
Sonrasını şöyle anlatır Terzani...
"Birlikte yaşamamız zorunluydu. İçimdeki bu ziyaretçiyi artık ellerim, ayaklarım, kemoterapi yüzünden tepesinde tek saç kalmamış dazlak başım gibi bir parçam olarak görmeye başladım. Üzerine gitmektense, onunla sohbet etmek, benimle arkadaş olmasını sağlamak istiyordum . Çünkü şu ya da bu biçimde, belki uyuklar durumda bile olsa içimde kalacağını ve hayat yürüyüşümün geri kalan kısmında bana yoldaşlık edeceğini anlamıştım."
Bu elbette uzun ve karmaşık bir konu.
Ama bir başlangıç yapmalı ve klişeleri biraz olsun kenara koyarak konuşmalıyız artık.
Kaldı ki, bütün bu "yendi-yenildi edebiyatı" kanser tedavisinde çok önemli olan erken teşhis, maddi olanaklar ve doğru tedavi yöntemi konusunu ciddi biçimde ele almamızın önünü tıkıyor.
Oysa asıl yenilgi orada!