kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Nisan 2008, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Sadece partiler değil devlet ve yargı da şu anda yargılanıyor...

Teoride "Devlet" tarafsızdır. Kanunlar önünde herkes eşittir.
Teoride anne ve babalar da, çocukları karşısında tarafsızdır, ayrım yapmazlar.
Ama pratikte herkes taraflıdır.
Bu taraflılık belli edilmek istenmese de, bir noktada ortaya çıkıverir.
Nasrettin Hoca'nın karılarına bakış açılarındaki durum gibidir bu.
Nasreddin Hoca'nın biri genç ve güzel, diğeri yaşlı ve güzel olmayan iki karısı "Hoca beni daha çok seviyor" diye birbirleriyle kavga etmişler. Sonunda Nasrettin Hoca'ya gitmişler ve sormuşlar:
- Hangimizi daha çok seviyorsun?
Hoca "İkinizi de çok seviyorum" demiş. Ama karıları bu cevaptan tatmin olmamışlar. Soruyu somutlaştırmışlar:
- Diyelim ki üçümüz bir kayıktayız. Kayık su alıp batıyor... Hangimizi kurtarırdın?
Hoca iki karısına şöyle bir bakmış.
Sonra yaşlı ve güzel olmayan karısına dönüp, sormuş:
- Sen yüzme biliyorsun değil mi?

Vatandaşlık hakları
Duyguların böylesine bir durumda açığa çıkmasına bir çocuğu anne ve babasının sorgulaması sırasında da tanık olmuştum.
Küçük bir çocuğa anne ve babası "Hangimizi daha çok seviyorsun" diye sorduğunda, çocuk babasına dönüp "Kimi daha çok sevdiğimi söylersem bana küser misin" diyerek cevap vermişti.
İdeolojik devletten hukukun üstün olduğu demokratik devlete geçiş, devletin farklılıklar karşısındaki tarafsızlığını da bir varlık felsefesi haline dönüştürdü.
Bugün gelişmiş bir ülkede "Ben vatandaşım" demek, o ülke devletinin vatandaşlarına sunduğu tüm hak ve imkânlardan her bireyin yararlanacağı anlamına gelir. Teröre ve şiddete dönüşmeyen, kin ve nefreti körüklemeyen bütün düşüncelerin özgürce açıklanması da, bu çerçeve içindedir.
Şimdi Türkiye'de "Devlet anlayışı"nın bu sürece girip girmediğinin sınanması dönemindeyiz.
Devlet Türk olanı da Kürt olanı da, Sünni'yi de Alevi'yi de, Müslüman'ı da Hıristiyan'ı da, AK Partiliyi de CHP'liyi de DTP'liyi de eşit ve aynı haklara sahip olarak mı görmektedir?
Yoksa bazı kesimler ve bazı siyasi partiler, diğerlerinden daha fazla mı eşittir?

Anlamsız bir süreç mi?
Eğer durum böyle ise, 1946'dan beri içine girdiğimiz çok partili demokrasi sürecinin, Avrupa Konseyi'nin kurucusu olmamızın, AB üye adaylığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mevzuatını üst hukuk normu olarak kabul etmemizin, durmadan bozup yeniden yazdığımız anayasalarımızın falan bir anlamı yoktur.
Bu açıdan bakıldığında Anayasa Mahkemesi'ndeki parti kapatma davalarında sadece kapatılmaları istenen partiler yargılanmıyor.
Aynı zamanda Türkiye'deki "Devlet"in yapısı ve Anayasa Mahkemesi'nin bu yapı içindeki yeri de uluslararası zeminde yargılanıyor.
Buna alışmış olmamız gerekmekte.
Çünkü bireysel başvuru hakkı kabul edildiği günden beri, Türk yargısının pek çok kararı, AİHM'ce yeniden yargılanmış ve Türkiye bu kararlar yüzünden defalarca tazminata mahkûm olmuştur.
Şimdi durum daha ciddi bir safhadadır.
Çünkü Türkiye'nin Kopenhag Kriterleri'ne uyum sağladığı AB tarafından kabul edildiği için tam üyelik müzakereleri başlatılmıştır.

Askıya alınmak
Eğer seçimde kazanan ve topluma şiddet ve nefreti değil demokratik çözümleri öneren siyasi partiler kapatılır, seçilmiş siyasetçiler yasaklanırsa, bu Kopenhag Kriterleri'nin de askıya alındığı anlamına gelir.
Yani Türkiye'nin AB ile ilişkileri de askıya alınır.
Bu ilişkilerin yeniden ilerleme sürecine sokulması ise, 27 AB üyesinin ittifakını gerektirir.
Uzmanlar bunun en az 1015 yıl sonrasına ait bir zamanı ifade ettiği görüşündeler.
Biz içeride "Kapatılacak mıkapatılmayacak mı" diye yerel bir papatya falına bakarken, Türkiye'nin uluslararası camiadaki konumunun da falına baktığımızın belki farkında değiliz.
Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümü etkinliklerine bütün partiler davet edilirken DTP'nin davet edilmemesini de, belki çocuğun babasına "Kimi çok sevdiğimi söylersem bana küser misin" demesindeki gibi gülerek yorumluyoruz.
Aslında 1990'ların ortasına kadar Güneydoğu'da Hizbullah'ın PKK'ya alternatif olarak görülmesini de belki tebessüm ederek izlemiştik. O dönemdeki Devlet'in başının, kayıp silahlar olayına "Devletin rutin dışı işleri olur" demesine de gülüp geçmiştik belki.
Ama bilelim ki Nasrettin Hoca'nın yaşlı karısı da yüzme bilmiyor. En kötüsü Nasrettin Hoca'nın yüzme bildiği de kesin değil.