kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 14 Nisan 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Bizim doğal zenginliğimiz demokratik istikrarımızdır

Nazi Almanyası'nın İngiltere'yi havadan çökertmek üzere gönderdiği bombardıman uçaklarından oluşan filoları, bir avuç İngiliz pilot yenilgiye uğratmıştı. İngiliz savaş pilotları saldırıyı önlemekle kalmadılar. Almanya içlerine akınlar yaparak, Hitler'in Alman halkına "Bize kimse dokunamaz" diyerek verdiği morali de yıktılar.
"Britanya Muharebesi" diye bilinen hava savaşlarının sonunda elde edilen zaferi o dönemin İngiltere Başbakanı Churchill, 20 Ağustos 1940'da Parlamento'daki konuşmasında değerlendirirken, İngiliz savaş pilotlarına şöyle teşekkür etmişti:
- İnsanlığın çatışmalar tarihinde bu kadar çok insanın bu kadar az sayıdaki insana böylesine çok borçlandığı görülmemiştir.
Her ulusun tarihinde böyle borçlanmalar vardır.
Bu tür borçlanmalar savaşlarda da, barış dönemlerinde de olur.
Biz Türkler de 1'inci Dünya Savaşı'nın yenilgisi ertesinde Kurtuluş Savaşı'nı ve bağımsızlığımızı bize yeniden kazandıran Atatürk ile silah arkadaşlarına borçlu değil miyiz?

Unutulmazlar
Veya Türkiye'yi 2'nci Dünya Savaşı dışında tutmayı başaran ve çok partili demokratik dönemi başlatan İsmet İnönü ile kadrosuna da, borçlu değil miyiz?
Siyasi tutumumuz, ideolojik konumumuz farklı olabilir.
Ama tarih boyutundaki değerlendirmede toplumlar Sezar'ın hakkını mutlaka Sezarlara verirler.
Liderliğinde 2'nci Dünya Savaşı'ndan zaferle çıktıkları Churchill'e, İngilizler savaşın bitiminde oy vermemişlerdir. Ama Churchill'in İngiliz tarihinin en büyük liderlerinden biri olduğunu da, hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir.
İngiliz kentleri hem savaş pilotları, hem de Churchill için yapılan anıtlarla doludur.
Türkiye yine, çok az sayıdaki insana milyonlarca insanın kendilerini borçlu hissedebilecekleri dönemlerin eşiğinde.
Örneğin Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinin hukukun ve demokrasinin sağlığını korumakta gösterecekleri özen, 70 milyon Türk'ün onlara borçlanmasına uzanabilir.

Değerlendirme meselesi
Bütün mesele bu çok az sayıdaki insanların, ülkenin ve dünyanın koşullarını doğru ve taşıdıkları sorumluluğu tüm boyutları ile değerlendirmelerine bağlıdır.
Bir siyasi istikrarsızlık ve kararsızlık döneminin, Türkiye'nin iç ve dış politikasında yaratacağı sarsıntıları biliyoruz. Örneğin daha yeni bir seçimle iktidar olmuş bir siyasi partinin kapatılması, kısa vadede Türkiye'nin dış izolasyonuna yol açabilir.
Türkiye, Zimbabwe veya Pakistan konumundaki bir "Kriz kaynağı ülke" konumuna itilebilir. AB yolu iyice kapanır, ABD ile ittifak, nitelik değiştirir.
Ama bir de "ekonomik riskler" var önümüzde.
Türkiye dış ödemeler dengesi açık veren ve bu açık, yabancı sermaye girişi ile kapatılan bir ülke.Yabancı sermaye ise güvene, istikrara veya genel olarak "demokrasinin sağlığına" bakarak Türkiye'ye geliyor.
Bizim petrolümüz veya doğal gazımız yok. Bizim bu coğrafyadaki en büyük doğal zenginliğimiz "güvenilir ve istikrarlı demokrasimiz"dir.
Eğer bu güvenli ve istikrarlı demokrasiyi kronikleşmiş rejim kavgalarına ve bunlara endekslenmiş her çeşit "darbeli" iktidar arayışlarına bir kez daha konu edersek, ekonomimiz eskisinden çok daha büyük boyuttaki krizlere, iflaslara, işsizlik dalgalarına sahne olacaktır.
Düşünün ki şu anda petrolü varili 100 doların üzerindeki fiyatlarla ithal edip, otomobillerimizde, santrallarımızda kullanıyoruz. Petrol ve doğal gaza dış ödememiz yılda 3035 milyar doları geçmekte.
Bir siyasi istikrarsızlık ve sermaye kaçışı tıpkı 1980 öncesi gibi ama çapı çok büyük krizlere ve mesela benzin istasyonlarındaki araç kuyruklarına, enerji kesintilerine dayanabilir.
Özel sektörde yaygın işten çıkartmalara tanık olabiliriz.

Sorumluluk duygusu
Böyle bir ekonomik ortamın sosyo politik yaşamın zaten problemli alanlarına yansımalarının neler olacağını da herhalde hesaplamak mümkündür.
İşte böyle sorumluluklar taşır bazen çok az sayıdaki insanlar.
Yine de yolcu uçağındaki patlama sesi üzerine telaşlananlara "Ne telaşlanıyorsunuz, babanızın uçağı mı" demek de mümkündür.
Eğer "ülke" ile "iktidar "ı birbirlerinden ayıramayacak ölçüdeki ideolojik körlüğünüz varsa ve rejim kavramı üzerindeki kamplaşmalar sizi kendi ülkenizin ve toplumunuzun gerçeklerine yabancılaştırmışsa, "Bütün bunlar beni ilgilendirmiyor" diyebilirsiniz.
Ama ileride kendi torunlarınız bile sizi "Dedem çok sorumsuz davranmış" diye yargılayabilir.