kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 17 Nisan 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Demokrasinin sağlığı için yeni Özal'ların yolunu açmalıyız

Bugün Turgut Özal'ın 15'inci ölüm yıldönümü.
Bu coğrafya insanları olan bizlerin, "Şarklılık"tan kaynaklanan kötü bir yaklaşımımız var.
Yönetenleri "Padişah " ve geride kalan herkesi de "kullar" olarak gördüğümüz için, bir yönetici "seçilmiş başbakan" olsa da onunla yakın olmak veya onu övmek, diğer kullar tarafından "yalakalık" biçiminde algılanır.
En geleneksel ekmek ve istihdam kaynağı "Devlet" olduğu için de, çoğunluk devlet kapısına yakın yerde bulunmaya çalışır.
Cumhuriyet de, demokrasi de toplumun genlerindeki bu bilgileri silemedi.
Kökten devletçiliğe, bir de "Rejim" kavramı eklendi.
Demokrasi sayesinde yönetenlerin belirlenmesine halk da katılınca, seçilemeyenler 1950'den başlayarak "Rejim elden gidiyor" demeye başladılar... "Ülke bölünüyor", "Komünizm geliyor", "Şeriat düzeni kapımızda" benzeri feryatlar, dönemlere göre duyulmaya başlanıldı.

Rejim meselesi
Aslında bunların açık tercümesi, "Neden seçilenler siyasetin rantını yiyor da biz bu çemberin dışında kalıyoruz" şeklindeydi. Teşvikler, tahsisler, kamu ihaleleri, KİT bayilikleri, tayinler, kamu bankalarından krediler bu rantın dağıtım kaynaklarıydı. Bunlara son dönemlerde özelleştirmelerdeki kayırmalı satımlar da eklendi.
"Rejim"i şu ya da bu tehlikeden kurtarmak için yapılan askeri veya dolaylı askeri müdahalelerde yönetime atananlar ise, demokratik şeffaflık karartıldığı için, devlet rantını "çaktırmadan" paylaştılar. Yeniden demokrasiye geçildiği zaman bunlar da açığa çıktı. En son örnek "28 Şubat" döneminin kokuşmuşluk dosyaları değil midir?
Bu kısır döngü gerçekten yetenekli, başarılı ve hem vizyon hem de misyon sahibi insanları, siyasetten soğuttu. Siyasete giren herkesin kirletildiği veya adliyelik olduğu böyle bir ortamda, başarılı ve birikimli insanlar kendi işlerine baktılar.
Zaten siyasi partilerin kadroları da, liderler oligarşisi tarafından parsellenmişti.
Dışarıdan siyasete heves edenlere, "Tapulu araziye gecekondu yapmak isteyenler" olarak bakılmaktaydı.

Çemberi kırmak
Turgut Özal bu çemberi kırıp siyasete girebilen, seçilip iktidar olmayı başarabilen o gerçekten başarılı, birikimli, misyon ve vizyon sahibi bir isimdir.
12 Eylül askeri müdahalesi olmasaydı, herhalde "Özal Olayı" da yaşanmayacaktı Türkiye'de... Özal, Demirel'in arkasındaki bir teknokrat olarak reformları hazırlayacak ve ülkenin siyasetine damgasını vuramayacaktı. Demirel'in, Ecevit'in, Erbakan'ın yasaklı, bütün eski partilerin kapatılmış olmaları, Özal'ı boşlukta birinciliğe götürdü.
Ne yazık ki demokrasinin vazgeçilmezi olan "Değişim" bir askeri darbe ile gerçekleşti. Aynı şekilde 27 Mayıs darbesi Bayar ve Menderes ile Demokrat Parti'yi devre dışı bırakınca, Süleyman Demirel de Adalet partisi ile boşluğu doldurmamış mıydı?
Kim ne derse desin, Turgut Özal Türkiye'nin sosyopolitik ve ekonomik yaşamını, Atatürk'ten sonraki en büyük "yeniden-yapılanma" sürecine sokan bir devlet adamıdır. Özal reformları ile, toplum dünyanın titreşim kat sayısını yakalamıştır. Türk insanının girişim gücünün her alanda dünya ile rekabet edeceği ortaya çıkmıştır. Gelişmiş dünyanın sahip olduğu bütün imkânlara, biz Türklerin de sahip olabileceğimiz anlaşılmıştır.
Ölümünden 15 yıl sonra bu yazdıklarımı, Özal yaşarken de yazıyordum ve onu destekliyordum.
Bunu iyi ki yapmışım. Ülkesine hizmet etmeyi bir misyon olarak benimseyen ve vizyon sahibi bir insana, hiçbir karşılık beklemeden "doğru yapıyorsun" dediğim için mutluyum.

Özal olayı
Türkiye'nin bugünkü temel siyasi sorununu ise, "Özal Olayı"na bakarak görebiliriz.
Tapulu arazilerine gecekondu yapılmasına izin vermeyen siyaset ağaları yine demokrasimizi kilitlediler. AK Parti'ye alternatif bir muhalif parti çıkamadığı için, yine Cumhuriyet Muhafızları "Rejim tehlikede" feryatlarını yükseltiyor.
Ekonomik alanda devletin küçültülmesi ve global sermayenin gelmesi, kökten devletçiliğin rantını yiyenlerde "pasta paylaşımı bitiyor" endişesini yoğunlaştırıyor.
Avrupa Birliği Projesi ise, yerleşik hiyerarşileri kıracağı için, "Sevr hortluyor" çığlıkları da duyulmakta.
Oysa toplum da insanlarımız da gelişti.
Siyasete girebilseler, Özal'ı geçebilecek çapta başarılı ve birikimli, dünyaya açık insanlarımız var. Ama liderler oligarşisi, siyasetin kapılarını kendilerine rakip olabilecek çaptaki insanlara kapalı tutuyor.
Erdoğan'ın da benimsediği "Bayramlık-İdamlık Giysi" tekerlemesi ise, siyasetin risklerini vurguladığı için, başarılı ve birikimli insanları ürkütüyor.
Bu kısır döngüyü nasıl kıracağız bilemiyorum.