kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 6 Nisan 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Maşallah'ın maşallahlık aşkı

MÜJGÂN HALİS
Hülya Turan 45 yaşındayken âşık olup evlendiği 21 yaşındaki kocasını iki yıl boyunca öyle çok kıskandı ki, vurmayı bile göze aldı. Ama delikanlının aşkı daha büyük olmalı ki, onu affetti..
Başka kentlerden başka hayatlardan gelmişlerdi Hülya ile Maşallah. Muş'un Korkut ilçesinde doğan Maşallah ile Bursa'nın Mudanya ilçesinde doğan Hülya'nın kaderi, kadının yeni bir hayat kurmak, adamın da askerlikten sonra iş bulmak için geldiği İzmir'de kesişti. Kadın uzun yıllar süren ve bir erkek evlat sahibi olduğu evliliğini sonlandırmış, genç adam da tarla-sapan işlerinde geçirdiği çocukluk ve ilk gençlik yıllarının ardından umudun büyük şehirlerde olduğuna karar vermişti. İkisinin de birbirinden habersiz tercih ettiği, İzmir'in yoğun Kürt göçü nedeniyle 'küçük Mardin' olarak anılan Kadifekalesi'nde buluştu yolları. Eski Mardin'i anımsatan mimarisi ve dar sokaklarıyla Kavafis'e selam durarak kenti arkalarından getirenler, iki yıldır başlarına bela gecekondu yıkımını tartışıyordu. Ama 21 yaşındaki Maşallah Turan'ın tek derdi vardı, iş bulmak, buldu da. 'Vira Bismillah' diyerek ilk bulduğu inşaatta çalışmaya başladı. Midye ve simit satarak kazandıkları paralarla tuğla üstüne tuğla koyarak yaptıkları evlerde oturan Kadifekaleliler, bu kavruk delikanlının farkına bile varmadı. Genç adam kalenin eteklerine doğru kurulan Yeşildere mahallesinde rastladı, o zaman 45 yaşını süren ve konfeksiyonlarda çalışarak, oğlunu ve kendisini hayatta tutmaya çalışan Hülya'ya. Kader mi, kısmet mi, yalnızlık mı bilinmez ama işe gidip gelirken rastladığı, bu yaşından çok genç gösteren kadında kendisine yakın bir şeyler buldu Maşallah. Belki uzak olduğu anne şefkati, belki 'bizim ora' dediği Doğu kadınlarının çatık esmerliğinden farklı olan sarı saçı ve beyaz teni, belki kendine duyduğu müthiş güvendi onu çeken. Bilemedi. Bilemeden, kapıldı bir rüzgâra. Orta yaşını gerilerde bırakan Hülya ise, daha önce aklına bile gelmeyen bir aşkın kapısını çaldığını biliyordu, deneyimleriyle. Dile kolay yıllarca süren evliliği, ona hiçbir şey öğretmemişse, aşkın farklı bir lezzeti olduğunu öğretmişti. Ama bu duyguları ona oğlu yaşındaki bir delikanlının hissettireceğini, o çok güvendiği tecrübesi bile fark ettirmemişti. Rüzgâr fırtınaya dönüşüyordu ve onun bütün kalkanlarını yerle bir ediyordu.

GEÇKİN BİR GELİN
Gelenekler umurunda değildi Maşallah'ın. Hülya'da bulduğu şeyi başka hiçbir kadında bulamayacağından emindi. Belki de bu yüzden tanışmalarının üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen, evlenme teklif etmekte sakınca görmedi. 1961 doğumlu Hülya ile 1985 doğumlu Maşallah'ı aynı soyadında buluşturan, kadının 'Evet'i oldu. Turan ailesine yaşı geçkin bir gelin katılmıştı, hem de yanında 12 yaşındaki oğluyla. Yeşildere Mahalle Muhtarlığı'nın birkaç bina ötesinde tuttukları ilk evleri, kalenin dar caddelerinden birinin üstündeydi. Aşklarına ve yeni kentlerine tutunmaya çalışırken, belki de birbirlerine yettiklerinden kimseyle iletişim kurmuyorlardı. Bir yılın sonunda derme çatma gecekondunun kendilerine yetmediğine karar verdiler ve daha iyi bir ev arayışına girdiler. Maşallah da inşaatlarda soğuk demir ustası olacak kadar ilerlemiş, daha iyi para kazanmaya başlamıştı. Alt sokaklarındaki üç katlı evin ortanca katını 200 YTL'ye, Doğululara ev vermek istemeyen ev sahibini zorlukla ikna ederek tuttular. Kadifekale'nin çoğu muhacir olan yerlilerinin oturduğu bir sokağa taşınmışlardı. Komşuları 'sessiz, sakin' Maşallah'ı işe gidip gelirken görüyordu. İşten ayrılıp evinin kadını olan Hülya'yla ise pek karşılaşmıyorlardı. Kadın evden burnunu bile çıkarmıyordu. Komşuluk ilişkilerinin hayli gelişkin olduğu sokakta, herkes yeni taşınan çifti merak ediyor, ama genç adamın Doğulu olması nedeniyle meraklarını doğrudan gidermeye de çekiniyorlardı. Acının, yoksulluğun, açlığın yarattığı göçle gelenler, semtin yerlileri tarafından öcü gibi görülüyordu. Etliye sütlüye bulaşmak istemeyen Maşallah da bunu bir avantaj olarak görmüştü. Alışveriş bahanesiyle nadir de olsa dışarı çıkabilen karısı, komşularına kocasının çok kıskanç olduğundan ve dışarı çıkmasına bile izin vermediğinden dert yanıyordu. Evin kapısı, her ay başında kirayı almak için Şirinyer'den Kadifekale'ye gelen yaşlı ev sahibi Ahmet Bey'e bile açılmıyordu.

SİLAH ALDI
Maşallah'ın, daha sonra başına dert açacak kalem silahı, evde yalnız kalan karısı için o günlerde aldığı sanılıyor. Tek mermilik silah hem taşıması rahat, hem kullanımı kolay, hem de kolayca gizlenebilecek kadar küçüktü. Doğulular için 'namus' olan silah, evde olduğu sürece, belli ki içi daha rahat edecekti. Ancak iddiaların aksine, komşular kadının yalnız kalmayı kendisinin tercih ettiğini, kendisinden çok küçük biriyle evli olduğu için gelecek soruları böyle engellediğini düşünüyordu. Çünkü gördükleri, konuştukları kadarıyla adam sinirli olmak bir yana, 'ensesine vur elinden ekmeğini al' cinsinden munis, tek derdi işi ve evi olan bir tipti. Kadının ilkokula giden oğlu, tatillerde babasının yanına gidiyor, bunun dışında hayatları aynı rutinlikte sürüyordu. Bir yıl böyle geçti. Evliliklerinin ikinci yılında aynı duvarı paylaştıkları komşuları, Maşallah ve Hülya Turan'ın evinden giderek yükselen kavga seslerini duymaya başladı. Zaman zaman adamın karısını dövmesine kadar varan kavgalar, giderek sıklaşmaya başladı. Neyi paylaşamadıklarını kimse bilmiyordu, ama yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu kesindi. Evliliklerinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu, ama yine de birbirlerinden vazgeçemiyorlardı.

EVE GELMEDİ
2008'in mart ayının son günü Turan çifti, Hülya'nın rahatsızlıkları yüzünden Bozyaka'daki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne doğru yola çıktı. Arkadan bakanlar kadının minyon vücudu, bakımlı fiziği nedeniyle ikili arasında bir yaş farkı olduğunu düşünemezdi. Doktor kadının rahatsızlıklarını dinledi, gerekli önerileri yaptı. Ancak kadın, uçan kuştan nem kapacak kadar hassaslaşmıştı. Muayenehaneden çıktıktan sonra aralarında yine şiddetli bir tartışma başladı. Kadın o gün öfkeyle terk etti hastaneyi. Kocası arkasından "Ben gelmiyorum, nereye gidersen git," dese de, birkaç saat sonra sakinleşerek eve geleceğinden emin olarak çıktı, gitti. Ama yanılmıştı. Maşallah son aylarda neredeyse her gün yaşadığı kavgalardan o kadar usanmıştı ki, o geceyi hastanenin banklarında sabahlayarak geçirmeyi tercih etti. Bütün gece genç kocasını bekleyen Hülya sabaha kadar öfke biriktirdi, onu nerede bulacağını bilemiyordu, en son bıraktığı yere bakmak geldi aklına. Gün ağarır ağarmaz yola düştü, çantasına kocasının kendisini korumak için aldığı kalem tabancayı koymayı unutmadı. Onu hastanenin kafeteryasında buldu, ama o da ne yanındaki bir kadın mıydı? Halbuki yolda uzun uzun düşünmüş, onu affetmeye, hatta gerekirse af dilemeye karar vermişti. Ama o kadının varlığı kendisine verdiği bütün sözleri unutturdu. Durup dinlemedi, sormadı bile. Aldatıldığından o kadar emindi ki, öfkeyle saldırmaya başladı ikisine de. Sorsaydı, belki de Maşallah'ın yanındaki kadının yeni tanıştığı bir hastane çalışanı olduğunu ve orada sabahladığını gördüğü için haline acıdığını öğrenecek ve sonrasında yaşananların hiçbiri olmayacaktı.

DERDİNİ ANLATAMADI
Adamın o sırada tek yaptığı karısına engel olmak ve onu sakinleştirmeye çalışmaktı, kadını çekiştire çekiştire hastaneden çıkardı. Hastanenin yakınlarındaki Osman Öksüz Parkı'na geldiklerinde adam durup dinlenmek ve kadına gördüklerini yanlış anladığını sakin bir dille anlatmak istedi. Ama iki yıllık gönüllü ev hapsinin mi, bir erkek tarafından yeniden hayal kırıklığına uğratılma duygusunun mu, çaresizliğin mi, sevdiğini paylaşamamanın mı, belki hiçbirinin belki de hepsinin yarattığı tepki o kadar güçlüydü ki, kadın dur durak bilmiyordu. Çantasına attığı kalem tabancayı o sırada çıkardı, elini kaldırdı, adam kadının ne yapacağını anlamış olmalı ki, engel olmaya çalışırken silahın ucundaki mekanizma ateş aldı. Kanlar içinde acıyla yere yığıldı Maşallah. 22 kalibrelik kurşun, boynunu ve çenesini sıyırmıştı. Olay Eşrefpaşa Polis Merkezi'nin birkaç yüz metre ilerisinde yaşanmıştı. Evlerinin penceresinden tanık olanlar hemen polisi aradı, genç adam daha az önce sağlam bir şekilde ayrıldığı hastaneye sedye üzerinde dönerken, karısı da sabahki öfkesinin bileklerine kelepçe olarak dönmesinin şaşkınlığıyla karakolda buldu kendisini. Amacının çok sevdiği kocasını öldürmek olmadığını kendisi biliyordu ama polisleri buna nasıl inandıracaktı? Her şeyi olduğu gibi anlattı, kocasını kıskandığı için gördüklerini hazmedemediğini, o istiyor diye evden çıkmadığı günlerde kocasının kendisini aldattığından şüphelendiğini ve öfkesinin bu birikimin sonucu olduğunu. Ama ya kocası onu gözden çıkarmışsa, ya bunca yıl sonra bulduğu mutluluğu anlık bir öfkeyle kaybederse? Tek korkusu buydu. Bu korkuyu hisseden sadece o değildi. İlk müdahalenin ardından yarasının hafif olduğu tespit edilen Maşallah, kendine gelir gelmez karısını sormuş ve hastanede ifadesini almaya gelen polislere, karısından şikâyetçi olmadığını söylemişti. Herkes şaşkındı, onlar dışında. Gözaltından salınır salınmaz hastanedeki kocasına koştu Hülya, Maşallah da taburcu olduğunu öğrenmiş karısını bekliyordu. Günlük gazetelerin girmediği, haber bültenlerinin izlenmediği mahallelerinde Hülya'nın kıskançlık nedeniyle kocasını vurduğunu kimse öğrenmedi, sadece olayı duyan yakınları bir ara gelip uzun uzun zillerini çaldı. Fakat onlar kararını çoktan vermişti, kendilerine kötü gelen o mahalleden, o evden uzak duracaklar ve ilk fırsatta kendilerine yeni bir yerde sıfırdan bir hayat kuracaklardı. 47'sindeki kadın, 23 yaşındaki kocasını ölümüne sevdiğini göstermişti, adam da bunu anlamış ve onu terk etmek yerine, bir kez daha kol kanat germeyi tercih etmişti. Zaten aşk da bu değil miydi?