Yemin ederim birisi benimle kafa buluyor sandım. "Olimpiyat meşalesini taşıyanlardan biri olmanızı istiyoruz," diyor telefondaki ses... İyi ki "Ah be gülüm, o tarihte Olimpiya'da konserim var benim, ertesi gün de Bolşoy Balesi'nde dans edeceğim, haftam full," filan demedim. "Gerçekten mi? Ama ben... ve spor... yani? Emin misiniz?" filan gibi bir şeyler geveledim. Devamlı okuyucular sporla ilişkimi bilirler. Spor hayatım bu yıl başladı. Evdeki yürüme bandıyla... Kendi çapımda başarılar elde ediyorum gerçi. Zaten insanın yarışı kendisiyledir bence...
NEFESİM KESİLİRSE... Halbuki aile sporcularla dolu. Kort bulduğunda raketini alıp tenis oynayan, top gördüğünde hemen bahçede voleybol turnuvası yapan gıcık Alman aileleri vardır ya... Bizim aile öyledir. "Hadi badminton raketleri çıksın, hadi pinpon oynayalım, koşun otelin tenis kortuna, var mısınız sörf öğrenelim," tadında bir sürü neşeli insan. Ağabeyim eski milli voleybolculardan ve Galatasaray'ın takım kaptanlarından, ablam, omuzuma geldiği halde o da eski milli voleybolcu. Ben, 1.75 metre boya rağmen fıs. Kayaktan tenise kadar bana denettirmedikleri spor kalmadı. Hepsinde çok parlak başarılara imza attım. Mizahi açıdan. Beni seyrederken bütün aile bir güldü, bir güldü ki... Aman çok komik. Ama bakın şimdi Olimpiyat meşalesini kim taşıyor cicim? Tarih yaklaştıkça alıyor beni bir düşünce: 200-300 metre arası bir mesafe koşulacak. Ve ben hayatımda, sokakta bir arkadaşıma yetişip omuzuna dokunup "N'aber yav, seslendim duymadın," yapmak dışında hiç koşmamışım. 100 metrede nefesim kesilirse ne halt ederim? Elimde meşale, "Ay dur ayol, bir nefesleneyim," diye iki dakika dinlenmek olmaz. Tökezleyip düşme ihtimali her zaman var. "Meşale ağırdır," diyorlar, benim kollar çırpı. En korkutucusu da meşale ağırlığından mütevellit, farkında olmadan kolu indirerek, saçın başın alev alıp tutuşması ihtimali! Ki çocukken saçımı yakmışlığım da vardır. Koşudan bir gün önce gelen eşofman takım, yaklaşık dört beden büyük. Halbuki Çin bedeni küçük olur gibi bir önyargıyla medium istemiştim. Küçültmeye vakit yok, eşofmanın belini kıvırıyorum. Artık paçalara takılıp düşme tehlikesi de var. Son anda haber geliyor ki, beyaz spor ayakkabı şartmış. Dört adet spor ayakkabım var. Hepsi siyah. Kapanmasına 10 dakika kala girdiğim spor ayakkabı mağazasında, hayatım bir mizah öyküsü olduğu için, tesadüfen sadece şehir içi günlük ayakkabılar satılıyor. "Koşamazsınız bunlarla," diyorlar. Kepenkler indirilirken güç bela başka bir dükkâna girip, bir çift koşu ayakkabısı kapıp çıkıyorum. Koşu günü, çok eski arkadaşlarım Arzu Kaprol ve Mehmet Günsür'le otobüsteyiz. Mehmet'in eşofman altı kendi eşofman altı, ayakkabıları siyah. Onu kınıyor ve koşuya alınmayacağı konusunda ısrar ediyorum. Hiç öyle bir şey olmuyor. Meşale ateşini Arzu'dan alıp koşup, Mehmet'e vereceğim. Saat 18.00 ve Mecidiyeköy hıncahınç! İşten çıkmış herkes otobüse el sallıyor, fotoğraf çekiyor veya trafik koşu yüzünden felç olduğu için bize bakışlarıyla iyi dileklerini bildiriyor. Beni otobüsten indiriyorlar, yolda yunuslarla bekliyoruz. Arzu yaklaşıyor. Ya koşamazsam. Ya saçımı yakarsam. Arzu'yla meşalelerimizi havada birleştirirken, Çinli bir görevli bana İngilizce bir şey söylüyor.
- Fesi miida!
- Ne? What?
- Fesi miida, fesi miida!
- Whaaat?
Çince mi İngilizce mi? Ne diyorsun? Dövecek mi, ne yapacak? Tonunu biraz daha sertleştirirse kafasına geçireceğim elimdeki meşaleyi, zaten gerginim. Birkaç saniye içinde anlıyorum ki, ağır aksanlı bir İngilizceyle "Face the media," yani "Basına yüzünü dön," diyor! Vücut pozisyonumu değiştirip, sırıtarak gazetecilere bakıyorum. Ve başlıyorum koşmaya... Yanımda "Fesi miida..." ve arkadaşı da koşuyorlar. Arada da bana "Biraz yavaşla," filan gibi talimatlar vererek... Ne kadar hızlı koşuyorum düşünün... Yanlarda motosikletli polisler, önde bir otobüs basın, arkada konvoy... Meşale bir kilo, ayakkabılar rahat. Yüzümde rüzgâr. Sırıtmalar, etrafa el sallamalar, seviyesiz, görgüsüz hareketler içindeyim. Şahane hissediyorum.
KORKUN BENDEN Tam tadını iyice çıkarmaya başlıyorum ki Mehmet görünüyor. Görmezden gelip şöyle geçip gitsem, acık daha koşsam, "Fesi miida..." müdahale eder mi? Zaten kılım, dokunmaya kalkarsa ve meşaleyi kafasına indirirsem Çin'le Türkiye arasında diplomatik sorun olur mu? "Fesi midaa..."yı hiç taktığım yok ama Mehmet'le arkadaşlığımızın yüzü suyu hürmetine, durup meşalesini yakıyorum. Bir yandan da "Dur yahu, iki sohbet etseydik, ateş almaya mı geldin, hehehe..." gibi pis bir espri yapsam mı, diye düşünüp, hemen vazgeçiyorum. Olimpiyat meşalesiyle gerçek spor hayatım başlamıştır. Yürüme bandında yeni rekorlara imza atmak, hatta eliptik bisiklet dalında zirveye çıkma amacındayım. Rakiplerim korksun benden!
Yayın tarihi: 6 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/06/pz/birsel.html
Tüm hakları saklıdır.