kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Deniz Gezmiş 'f klavye' istedi

TAHSİN GÜRDAL (Deniz Gezmiş ve diğer öğrencilerin soruşturmalarında görev alan dönemin Ankara İkinci Şube Müdürü)

"1970 yılından itibaren Cinayet Masası'nın alanına siyasi konular da girdi. Çünkü Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan ve Yusuf Küpeli'nin siyasi eylemleri vardı. İlk karşılaştığımız siyasi olaylardan biri, Ertuğrul Kürkçü'nün yedisekiz arkadaşıyla Cemal Gürsel Meydanı'nda bulunan bir panoyu kırmaları iddiasıyla şubeye getirilmesiydi. Gençlerin ifadesini almak bana düşmüştü. Ancak siyasi içerikli konuşmalarından, kullandıkları kelimelerden hiçbir şey anlamıyordum. En basiti FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) diyorlardı, bunun ne olduğunu bilmiyordum. Hep devrimci kelimeler kullanılıyordu. Onların ifadesini alıp gönderdikten sonra düşündüm, benim sol içerikli kelimelerin çok geçtiği kitapları okumam gerekiyordu. Felsefenin Temel İlkeleri'yle başladım, Che Guevara'nın da kitaplarını okudum. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının arandığı dönemde üst üste banka soygunları oluyordu. Olay yerine gittiğimiz zaman verilen eşkaller hep aynıydı; Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş. Sürekli ihbarlar geliyor: 'Deniz Gezmiş ve arkadaşları burada!' İhbarı alınca ekiplere anons ediyoruz ve açık adresi veriyoruz; gidiyoruz olay yerine, bizden 15 dakika önce ayrılmışlar. Nasıl oluyor da bizden önce kaçıyorlardı, kendimize sürekli bu soruyu soruyorduk. Bunun cevabını Yozgat'ta yakalandıktan sonra Ankara'ya getirilen Yusuf Aslan verdi: 'Ben küçük el radyosunu dinleme cihazına çeviriyordum. Sizin telsiz konuşmalarınızı dinliyordum. Adres telsizden geçince hemen ayrılıyorduk.' Yusuf'un babası Beşir ağabey de bizde polis memuruydu. Oğlunun durumundan dolayı emekliliğini isteyerek ayrıldı. Bir televizyon programında bir milletvekili, Deniz Gezmiş'in adam öldürdüğünü söyledi. Deniz Gezmiş hiç kimseyi öldürmemiştir. Deniz'in silahlı olayları genellikle banka soygunlarıdır. Bir de yaralama olayı var; TRT'nin önünde Vahap Çınar adlı polis memurunu ayağından yaraladı. Orada da öldürme kastı yoktur. Deniz Gezmiş yakalandığında yine söylediklerini anlayamama sorunu çıktı. İfadesi alınacak, Deniz Gezmiş emniyetin altıncı katına çıkarıldı. Sorgusuna MİT, Emniyet istihbaratı ve biz katıldık. Deniz anlatmaya başladı ama kullandığı sözcüklerden kimse bir şey anlamıyor. Anlattıklarını anlayacak kimse çıkmayınca Deniz, bize 'Siz benim ifademi zor alacaksınız. En iyisi siz bana bir 'f klavye' daktilo bulun kendim yazarım, siz de altına imza atarsınız,' dedi. Ama Emniyet'te 'f klavye' yoktu. Bunun üzerine Deniz, Yenimahalle'deki bir bankanın şubesinde 'f klavye' bulunduğunu söyledi. Sonra ifadesini aldık. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamına benim de girmem gerekiyordu ama girmedim. Çünkü içime sindiremedim. Hem de idamı görmek istemiyordum."
Düzmece bir senaryoydu
ALTAN ÖYMEN (Gazeteci-yazar. 1972'de birçok aydınla birlikte uçak kaçırma nedeniyle Ziverbey Köşkü'nde sorgulandı)

"1972 yılının başlarında biz, ölüm cezalarına karşı bir imza kampanyası düzenledik. Aramızda, rahmetli dostlarım Onat Kutlar, Erdal Öz, Emil Galip Sandalcı vardı. Dönem 12 Mart dönemiydi. Tam o sırada bir uçak kaçırma olayı oldu. Dört kişi bir THY uçağını Sofya'ya kaçırmış ve uçağı havaya uçurmamalarının şartı olarak da, cezaların infaz edilmemesini istemişlerdi. Ankara'da da idamlar maalesef, infaz edildi. Bir süre sonra da bizi, sıkıyönetim kararıyla gözaltına aldılar. Senaryolarına göre ben, uçağın kaçırılması işinin planlayıcıları arasındaydım. Türk Hava Yolları'nda ve Ankara Esenboğa Havaalanı'nda tanıdıklarım varmış. Biri yer hostesiymiş, adı Leyla'ymış. Öteki kargo memuruymuş. Diyarbakırlıymış, adı Mahmut'muş. Onlar bana uçakla ilgili bilgiler vermişler. Ben de o bilgilerle birlikte uçak kaçırma işinin planlamasına katılmışım. Fakat THY'nin Esenboğa kadrosunda ne yer hostesi olarak çalışan bir Leyla vardı, ne de başka bir görevde çalışan Leyla. Diyarbakırlı Mahmut'a gelince. Gene iyi bir rastlantı, kargo servisi dahil, tüm kadro içinde ne bir Mahmut vardı, ne de bir Diyarbakırlı. Sorgum, gözaltına alınmamdan sonraki sekizinci gün yapıldı. Sorulan sorular çoktu ama, tüm sorgunun uçak kaçırmayla ilgili bölümü hayli kısaydı. Sorular, asıl, imza toplama kampanyası üzerineydi. Sorguda biri gözümdeki bağı çözdü. 30-35 yaşlarında sarışın veya kumral bir sivildi, tutanağı imzalamamı istedi. Önce okumak istediğimi söyledim. Hafif bir gülümsemeyle, 'Söyledikleriniz dışında bir şey yazmadık. Bakın ama, çabuk olun,' dedi. 'Herhalde çıkarım artık, bugün mü, yarın mı?' diye sordum, aldığım yanıt şuydu: 'Siz belki duymadınız ama biz, radyolardan ilan ettik, uçak kaçırma suçuyla suçlandığınızı. Biraz vakit geçmesi lazım ki, unutulsun.' O, geçmesi lazım gelen vakit iki buçuk ay sürdü. Çıktığım gün gözaltına alındığımız günlerin gazetelerine baktım. Arkadaşlarımla beraber 'uçak kaçırma'mız manşetlerdeydi. Tahliye edilişim ise, iç sayfalardaki tek sütun başlıklı, üç-dört cümlelik bir haberle bildirildi."
Haberin fotoğrafları