kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Mustafa Yalçıner, halen Emeğin Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Özgürlük Dünyası dergisi yazarı.

İdam edilmek istedim

Müjgân HALİS FOTOĞRAF: ERKAN SEVENLER
Mustafa Yalçıner, Nurhak'ta ağır yaralı olarak yakalandı. Yaşamının 15 yılını cezaevinde geçirdi. Hâlâ şimdiki zamanla anlattığı Denizler'in idamını izlemek ise onun yaşamının travması..
1968 yılıydı. Dört ODTÜ'lü, Hüseyin İnan, Taylan Özgür, Alpaslan Özdoğan ve Mustafa Yalçıner, bir heyecanı ODTÜ stadyumunda yazıya döktüler. Gece yarısından sabaha dek uğraşarak kocaman harflerle DEVRİM yazdılar stadyumun ortasına. Yıllar sonra bile hâlâ silinemeyen o yazıyı yazanlardan sadece bir tanesi sağ kaldı. Nurhak çatışmasında yaralı yakalanan, Che Guevara'nın gerilla günlüğü gibi tuttuğu günlükle döneme ışık tutan ve Deniz Gezmiş'in 'Endi' diye hitap ettiği Yalçıner'le o günleri, Nurhak'ı, Kızıldere'yi, Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin ve Mahir'i konuştuk.

- Nasıl günlerdi o günler?
- Bir festival, bir şenlik, düğün alayı gibi bir dönem. İçtenlik, coşku, dayanışma, bir başkası için-halkı için her şeyi göze alabilme, uçsuz bucaksız bir samimiyet, hiçbir yerde kendine sınır koymayış ve ölümüne bir başkaldırı. Bir düzen karşıtlığı, çok net bir anti-emperyalizm. Önce üniversite içinde, sonra üniversite dışında daha iyisini arama, gençlik eylemleri, sürekli bir eylemlilik ve hareketlilik hali.

- Çok ağır bir bedel ödediniz kuşak olarak. Nerede hata yaptınız?
- Bu taleplerin hiçbirinde bir problem olduğunu hâlâ düşünmüyorum. Ama o günün gençliğinin yaptığı yanlışlar elbette vardı. Bu ödenen bedelin kendisi gösteriyor ki öngörülen başarıya ulaşamadık. Yanlışlarımızın ceremesini halk çekmedi. Denizler'in bir özelliği halkın çöpüne zarar vermemek, halkın içinde bulunduğu durumu kötüleştirmemekti. Daha sonra Deniz'in arkadaşları olarak biz THKO'lular (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) özeleştiri yaptık. Dedik ki; devrim küçük grupların silahlanmasıyla, kitlelerle olur. Geçmişe dönüp baktığımda halkın Denizler'in hakkını ödeyemediğini düşünüyorum.

- Dönemin gençliğini yasadışına ne itti?
- Başlangıçta yurt sorunları, fahiş teksir fiyatları gibi gençliğin son derece basit taleplerini savunuyorduk. Ama daha en baştan öyle tepkilerle karşılaştık. 6. Filo protestosunda, palalarla, kılıçla, bıçaklarla üstümüze saldırdılar, üç arkadaşımızı öldürdüler, bu olay tarihe 'Kanlı Pazar' diye geçti. Arkasından yeni oluşmakta olan ülkü ocakları gibi silahlı gruplar, doğrudan gençliği hedeflemeye başladılar. Gençliğin de içinde ister istemez kendini koruma kaygılı silahlanma eğilimleri baş gösterdi. Yani silahı çok sevdiğimizden, silaha âşık olduğumuzdan silahlanmadık.

- Kaç kişi gitmiştiniz Nurhak'a? Nurhak'a gidişi, Nurhak çatışmasını, sonrasında yaşananları anlatır mısınız?
- 20 kişiden fazlaydık. Ben Nurhak'a ilk gidenlerden, ilk yığınağı yapanlardanım. Öncesinde bölgeye köylü mitingleri vesilesiyle gitmiş, bütün köyleri dolaşmış, dağa çıkacağımız bölgeyi karış karış taramış ve köylülerle tanışmıştık. Denizlerin bankaya girmesinden elde edilen paralarla aldığımız silahları kuşanıp Malatya'nın Kürecik bölgesinden başlayarak 'Oh be özgürüz,' dediğim dağlara vurmuştuk kendimizi. Beş ay dağlarda, mağaralarda, ağaç diplerinde yaşadık. Bunun finalini Denizler'in yakalanması getirdi.

- Bunu hiç hesaplamamıştınız sanırım...
- Evet, bu sefer onların kurtarılması asıl sorunsalımız durumuna geldi. En olabilir eylemin Malatya Kürecik'teki radar üssünün basılması olduğunu kararlaştırdık. Gidip radar üssünü ele geçirecek, her tarafını patlayıcılarla döşeyecek ve Denizler'i isteyecektik. Talihin kötü bir cilvesi olarak sabaha karşı şafak atmaya başlarken bir çoban tarafından görüldük, çoban köye dönüp muhtara haber vermiş, muhtar da hemen jandarmayı aramış. Sinan Cemgil ve Hacı Tonak tepeye doğru çıktılar, Sinan nöbet tutacak, Hacı da Kürecikli olduğu için radar üssüne giden servis arabasının saatlerini öğrenmek üzere aşağı inecekti. Tepenin eteğinde askerlerle karşılaştılar ve çatışma başladı. Çok eşitsiz bir çatışmaydı. Biz geriye oldukça yavaş çekilmeye çalışırken, önce sol yanımızdaki tepelerdeki askerlerce, sonra sağ yanımızdan köylüler tarafından, en son da çekilmeye çalıştığımız arka taraftan kuşatma içine alındık. Burada üçümüz Kadir, Alpaslan ve ben vurulduk. En son Sinan vuruldu. Ben şans eseri yaralı kurtuldum. Sonra bana teşhis için Sinan, Alp ve Kadir'in ölülerini gösterdiler. Hepsi öldükten sonra bir de yakından taranmıştı, Sinan'ın vücudu delik deşikti, en az 70-80 kurşun vardı.

- Mahir'i tanımıştınız değil mi?
- Mahir düşünce bakımından oldukça gelişkin arkadaşlarımızdan biriydi. O zamanki Aydınlık dergisine sıkça yazardı, dönemin teorisyenleri arasındaydı. Başlangıçta bizim Mahir'e dair düşüncemiz çok olumlu değildi. Biz yazma, çizme, dergi çıkarma işinin sonuna gelindiği, artık kalem oynatmanın yeterli olmadığı ve artık silaha sarılmanın zorunluluğu üzerine netleşmiştik. Mahir'i kalem efendisi olarak görüyorduk. Sonradan Mahir'i biz mücadele içinde yeniden gördük ve bir davaya farklı örgütler içerisinde, aşağı yukarı aynı yöntemlerle giden insanlar olduk.

- Cezaevinden kurtarılmaya çalışılan bir idamlık olarak Mahirler'in sizin için bir şeyler yaptığını bilmek nasıl bir duyguydu?
- Sorunu biz kendi kurtuluşumuz olarak görmedik. Can telaşına düştüğümüzü hiç hatırlamıyorum. Cezaevindeyken idamla dalga geçiyor, buna dair oyunlar oynuyorduk. Mahirler, Cihanlar vurulup öldüğünde olağanüstü üzüldük. Ölenlerin hepsini tanıyorduk, ama Cihan'ın Deniz'de bambaşka bir yeri vardı, çok eski arkadaşlardı. Sonra içeride Denizlerle birlikte idamı beklerken, idam kararım bozuldu ve ben çıldıracak duruma geldim.

- Suçluluk duygusu mu?
- Bir-bir buçuk aylık bir zamandır bu. O güne kadar idam oyunu oynayarak gelmişiz ve birden benim idamım kalkıyor. Ben oyunu oynayamaz duruma geldim çünkü 'kurtulmuş'tum. Bir insan idam edilmek ister mi? Ben istedim. Onların idamını seyretmek durumunda bırakıldım diye her şeye küfretmeye, lanet okumaya başladım. Sonra eylemler başarısız oldu ve bir gece yarısı zincir şakırtılarını ve "Hadi eyvallah" sesini duyduk. Son kez üç-dört gün önce bizle vedalaşmaya geldiklerinde görüşmüştük.

- Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir dediğinde ilk çağrıştırdıkları neler sizin için?
- Deniz müthiş bir coşku, müthiş bir kabına sığmazlık, müthiş bir etkileme gücüydü. Yusuf ile Alpaslan, birer hamaldı. Kirli, paslı, başkalarının 'Bunu ben yapmayayım,' dediği ne varsa, o ikisi üstlenirdi. Hüseyin, gerçek anlamda THKO'nun beyniydi ve müthiş soğukkanlıydı. Hangi taşı kaldırsanız altından çıkardı, ama görünüşte hiçbir taşın altında yoktu. Mahir, düşüncelerinde uzlaşmaz, net, köşeli, çok kararlı biriydi. Bugünden baktığında bile neden THKP-C'nin önderinin neden Mahir olduğu anlaşılabilir. Mahir önder bir kişilikti.

Haberin fotoğrafları