kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

'Kuzu'ydular, 'kasap' oldular...

MÜJGÂN HALİS
Adları Başak ve Benal'di. Öz annelerini öldürdüler, cinayetlerini titizlikle gizlemeye çalıştılar. İki genç kız da ayrılmış ailelerin, depresyon tedavisi gören ve annelerini düşman gören çocuklarıydı. Şimdi anneleri toprakta, onlar da demir parmaklıkların ardında..
Benal ve Başak... Ana kuzularıydı, ana katilleri oldular. Sözleşmiş gibi aldılar ellerine bıçağı gece yarısı birbirlerine yakın iki kentte. Babalarından ayrı geçirdikleri yaşamlarının intikamını alırcasına dayadılar kendilerini o boya getiren annelerinin boyunlarına. 'Kız katiller' dediler onlara, cinayetin cinsiyeti olurmuş gibi. Daha 50'lerini süren anneleri Sebahat ve Olcay umutlarını bağladıkları, hayallerini gerçekleştireceklerini sandıkları 'kuzu'larının akıttıkları kanda ağır ağır ölürken, iki genç kız yaşarken sükûnet içinde baş başa birkaç saat geçiremedikleri ölü anneleriyle saatler geçirdiler. İkisi de üniversite öğrencisiydi, ikisi de bozuk psikolojilerini iyileştirmek için ilaçlarla yaşıyordu, ikisinin babası da o kanlı geceden sonra annelerini değil onları soruyordu, "Kızım iyi misin?" diye. Kendisi gibi profesör olan kocası Semih Aydıntuğ'dan ayrıldıktan sonra Eskişehir yolu üzerindeki Beysukent Planlamacılar Sitesi'ndeki o villayı kendisi ve biricik kızı Başak için 'yeni bir başlangıç' dileğiyle almıştı Prof. Dr. Olcay Tiryaki. Güzel bir bahçesi vardı evlerinin, orada Başak'la sohbet etmeyi hayal ediyordu. Sitenin bitişiğindeki kocaman karakol ve parmaklıklarla korunan evleri, bu evi tercih etmesinin ilk nedeniydi. Kadın başına bu eve taşınırken, kendisini ve kızını dışarıdan gelecek tehditlere karşı korumaktı ilk önceliği.

EVİ SATACAĞIM
Kızının, çok sevdiği babasından ayrılmaya kolay alışamayacağını biliyordu, o yüzden ne yapıp edip onu mutlu etmeye çalışıyordu, zaten ondan başka kimi vardı ki bu dünyada? Bir doktor olarak kızını sürekli kavga edilen bir ortamda büyütmektense, boşanmanın en doğrusu olduğuna birkaç yıl sonra bile olsa kanaat getirmişti. Eski kocasıyla anlaşmazlıkları öyle şiddetli bir boyuttaydı ki, boşanmış olmalarına rağmen tazminat davası nedeniyle hâlâ mahkemeliktiler. Ama kızı Başak için hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Annesinin, o 18 yaşındayken babasından boşanmasını, onu babasından uzak tutma çabasını içine sindiremiyordu. O yüzden ne bir arkadaş edinebiliyordu, ne de mutlu olabiliyordu. Flört ettiği erkeklerle sağlıklı ilişkiler kuramıyor, sık sık kaçıp babaannesinin evine gidiyordu. Ona göre annesi için varsa yoksa mesleği, hastaları ve kariyeriydi, çok sevdiği babası da çoktan yolunu çizmiş, evlenmiş ve geçmişine bir sünger çekmişti. Annesinin onu dershaneye yazdırması, sonrasında Ankara'nın en iyi üniversitelerinden biri olan Bilkent'te çocukluğundan beri hayal ettiği hukuk eğitimine hak kazanması bile bu nefreti dindirmedi. Olcay Tiryaki'nin eve ilk taşındığı dönemleri çok iyi hatırlayan sitenin bekçisi Adem Söyler, bu kadar varlıklı bir ailenin neden bu kadar mutsuz olduğunu anlayamıyordu. Olcay Hanım'ın taşındığı ilk günlerde eve gelen eski kocasını kendisine göstererek, "Bu adama ve arabasına iyi bak ve sakın buraya yaklaştırma, gelirse hemen jandarmaya haber ver," demesini ise hiç unutmuyordu. Bahçede çimenleri biçerken, Başak'ın annesine "Seni öldüreceğim, bu evi da satacağım," demesini ise bir film karesi gibi hatırlıyordu. Halbuki doktor hanımın kızı Başak'ı çok sevdiğini o bile biliyordu, zaman zaman sitede sattığı kestaneyi "Başak çok sever bunu," diye alması bile bunun göstergesiydi.

ANNESİNİ AFFETMEDİ
Bu arada Ankara'nın yanı başındaki Konya'da bir başka annekız, Benal Sönmez (32) ve Sebahat Gülbeyaz da, yeni yaşamlarında tıpkı Başak ve annesi gibi bir kaos ortamına sürükleniyorlardı. Antalya'da yaşayan kocası Hüseyin Sönmez'den 10 yıl önce ayrılmıştı 58 yaşındaki Sebahat Sönmez. Oğlu Yenal ve kızı Benal'la sürdürdüğü yaşamı, oğlunun evlenmesinden sonra anneli kızlı bir hayata dönüşmüştü. Henüz 20'lerindeyken babasından ayrılan Benal bu yüzden annesini hiç affetmemiş, hatta bir türlü geçmeyen depresyonu nedeniyle sinir ilaçları kullanarak, ancak sakin kalabildiği bir ruh haline sahip olmuştu. 30'lu yaşlarını aşmıştı ama hâlâ evlenememişti, zaten babasız bir kızı kim isterdi ki? Yetişkin yaşlarında girdiği Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü bile, onu mutlu edememiş, giderek her şeyin sorumlusu olarak gördüğü annesine düşmanlık hisleri beslemeye başlamıştı. Sevilmediğini düşünüyordu, tıpkı Başak gibi.

ANNEM PARÇALANDI
Bilkent Hukuk Fakültesi'ne üç yıl önce kayıt olan Başak okulda bir türlü beklenen performansı gösteremiyor, birinci sınıftan bir üst sınıfa bir türlü geçemiyordu, kaydını dondurdu. Yaşamı başarılarla dolu, bağışıklık bilimi konusunda Türkiye'nin önde gelen birkaç isminden biri olan ve kariyerini dekan yardımcılığına kadar taşıyan annesi, kızının bu tembelliğini, boş vermişliğini içine sindiremiyor, ona sürekli ders çalışmasını telkin ediyordu, ama boşuna. Başak en son bir erkek arkadaşı tarafından dövülünce, arkadaşlarının yüzüne de bakamaz oldu. Kendisini tamamen kapattı. O hafta annesi Erzurum'a kongreye gittiği için babaannesinin Güvenlik Caddesi'ndeki evinde kalan Başak, annesi 23 Mart'ta Ankara'ya dönüp kendisini aradığı zaman üniversitenin kütüphanesinde ders çalıştığını anlattı saatler sonra. Annesi eve gelmesinde ısrar edince, önce Tunalı Hilmi'de sıkça gittiği tarot merkezine gidip, büyüye karşı muska yazdırdı. Tanıkların hiçbiri annesinin kızına kötü davranmadığını anlatsa da, o jandarmadaki ifadesinde eve ulaştıktan sonra annesinin kendisine hakaret ettiğini söylüyordu. Kavgadan sonra annesiyle mutfakta simit yediğini ifade etmesi de, çelişkinin varlığına işaret ediyor. Anne odasına çıktı, kızı da bir süre sonra odasına çıkmak isterken, iddiaya göre anne hakaretlerini sürdürdü. Bir anda gözü döndü 21 yaşındaki Başak'ın. Mutfaktaki et kesme bıçaklarından birini kaptığı gibi yatağında sırt üstü yatan, gözleri kapalı annesinin üstüne abandı, bıçağı boğazına sapladı, kendisine direnen kadının saçlarından tutup keskin bıçağı boynunda kaydırdığında, iddiasının aksine saatler 02.00'yi değil 24.00'ü gösteriyordu. Sonra banyodaki aynanın karşısına geçti, yüzünü inceledi, birini öldürünce yüzünün değişip değişmediğini merak ediyordu. Yaptığından suçluluk duymak yerine, nasıl kurtulacağını hesaplamaya başladı, olaya hırsızlık süsü verecekti ama kendisinin de yaralanması gerekiyordu ki, inandırıcı olsun. Aynadaki aksine bakarak ensesine doğru şah damarını bulmaya çalıştı, orayı kesip ölmeyi düşündüğünü söylese de, cinayeti araştıran ekipler bunun bir kandırmaca olduğunu anlayacaktı. Yapamadı, annesine kıyan genç kız, tatlı canına kıyamadı, evi hırsız girmiş gibi birbirine kattı. Annesinin yatak odasından aldıklarını hırsıza mal etmek için bıçakla aynı poşete koydu ve balkona bıraktı. Sonra kanlı giysilerini yıkadı, şimdi sıra olayı birilerine haber vermekteydi. Bekçi Adem Söyler'in kapısını çalmayı düşündü, sonra vazgeçip annesinin arkadaşı Vedat Bey'in evine gitti. Eve hırsız girdiğini söyledi ve "Annem parçalandı," dedi. Yatağında boğazındaki kesikle yatan ölü annesinin üstünü örttü. Jandarmalar geldiğinde hâlâ bir hırsızın profilini tarif ediyordu, ama her şey onun hesapladığı gibi gitmedi, Başak Aydıntuğ'u ertesi gün tüm Türkiye annesini öldüren ve bunun üstüne makyaj yapan kız olarak tanıdı.

TUVALETE ATMAK İSTEDİ
Başak'ın cinayeti gazetelere manşet olduğu gün Benal de, Konya'daki Merkez Selçuklu ilçesi Sille Alt Geçidi yanındaki Telafi Sokak'ta bir apartmanın yedinci katında, hayatının cinnetini geçiriyordu. Kendisini sürekli başka kızlarla kıyasladığına inandığı annesinin uyumasını bekledi önce. Sonra eline aldığı keskin bir bıçakla, annesinin boğazını kesti, kafasını vücudundan ayırdı, kollarını ve parmaklarını da bir kasabın titizliğiyle özenle doğradı. Sonradan çıkan 'deli' iddialarının aksine aklı başında bir şekilde kestiği parçaları kutulara koydu, ardından evdeki alaturka tuvaleti çekiçle genişletmeye başladı, doğradığı annesinin cesedini tuvalete atacak ve böylece cesedin kokması riskinden kurtulacaktı. Evdeki kan lekelerini suyla temizledi, duş aldı, kanlı elbiselerini çamaşır makinesine doldurup temiz giysilerini giydi. Bu arada annesinin kendisine direnmesi yüzünden sol elini de kesmişti. Tam 10 saat annesinin cesediyle uğraştı. Ama hesaplamadığı bir şey vardı, ertesi gün komşulardan birinin altın günüydü ve annesi de o günlerin müdavimiydi. Sebahat Gülbeyaz'ın güne gelmediğini gören komşusu kapısını çaldı, annesini sordu, "Annem ağabeyimin evine gitti," diye yanıt verdi Benal. Fakat tesadüf bu ki, ağabeyinin karısı da oradaydı. Şüphe üzerine eve gelen polislerin karşılaştıkları manzara, 40 yıllık deneyimlerine rağmen dudak uçurtacak cinstendi. Annenin cesedi karyola ile dolabın arasında duruyordu ve başı yoktu. Sebahat Gülbeyaz'ın başını kenarda duran bir kutunun içinde, elleri ve bileklerini de odanın ortasında buldular. Benal odada rahat bir şekilde oturuyordu, sanki bunları yapan kendisi değilmiş gibi davranıyordu. Ertesi gün tüm gazetelerde "Pişman değilim," diyecekti. Biri 'aripiprazol', diğeri 'seroxat" adlı antidepresanları kullanan iki genç kız, bir sonraki vahşi cinayete kadar kimsenin aklından çıkmayacak ve içimizden çok azı onları bu sonuca götüren süreci anlamaya çalışacak. Belki avukatları onları, akli melekeleri yerinde olmadığı savıyla kurtarmaya çalışacak. Ama tek bir gerçek var: En yakın arkadaşına çok sevdiği kızının ölümüne neden olacağını söyleyen Olcay Tiryaki, "Bana sahip çıkar mısın?" dedikten 15 gün sonra, ömrünü adadığı kızının mutluluğundan başka bir şey istemeyen Sebahat Gülbeyaz da ondan iki gün sonra en sevdiklerinin kurbanı oldular. Babaları, ölmüş eski karılarını değil, onları katleden kızlarını endişeli bakışlarla izlerken, akıllarda "Bu cinayetlerin nedeni babaların bu düşmanca tavrı mıydı?" diye bir soru kaldı. Bilime inanan bir anne ile dindar bir yaşamı seçen diğer anne, yaşarken kendilerine sahip çıkmayanların omuzlarında biri Ankara'daki Karşıyaka, diğeri Konya'daki Selimiye mezarlığına gömüldü. Sonradan söylendiği gibi yaşasalardı kızlarını affederler miydi bilinmez ama Türkiye kamuoyu bu iki genç kızı vicdanlarında çoktan mahkum etti.