kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 16 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Demokrasi kazanacak

İslam Konferansı Örgütü'nün (İKÖ) 11'inci zirve toplantısını izlemek için Cumhurbaşkanı Gül'le birlikte gittiğimiz Senegal'in başkenti Dakar'dan dün sabaha karşı döndük.
Ama çocukluğumuzda bize öğretilen marşın aksine "Şen gidip yaslı döndük."
İKÖ'nün 57 üyesi arasında "Demokratik ve laik tek ülke" olmanın onuruyla gittik, demokrasimizin bir kez daha raydan çıkması olasılığının ezikliğiyle döndük.
Yenilenen İKÖ Şartı'na, yani tüzüğüne "Üye ülkeler ulusal ve uluslararası düzeyde demokrasiyi destekleyecek ve teşvik edecektir" maddesini koydurmanın kıvancıyla gittik, bu metne imza koyan İslam ülkelerinin, "Yargı demokrasiye müdahale edebilir mi" sorularının ve "Ele verir talkını" türünden istihzalarının utancıyla döndük.
Bu duyguların pençesinde kıvranarak geçen dönüş yolculuğu sırasında, Türkiye saati ile gece yarısına doğru Gül'le bir araya geldik. "Ana" uçağının Cumhurbaşkanı'na tahsis edilen özel bölümünde.
Bir tarafta biz üç gazeteci: Hasan Cemal (Milliyet), Ekrem Dumanlı (Zaman) ve bendeniz.
Bir tarafta Gül, Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu, Cumhurbaşkanı müşavirleri Büyükelçi Gürcan Türkoğlu ve Ahmet Sever.
Herkes madden yorgun, manen bezgindi. Bir süre hepimiz suskun kaldık. Gül sorularımızı bekliyor, biz Cumhurbaşkanı'nın yüzüne yansıyan ruh halinin etkisinde bocalıyorduk. Hasan Cemal deneme atışıyla söyleşiyi başlattı: "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya sizin için de siyaset yasağı istemiş."
"Evet" dedi Gül zoraki gülümseyerek, "Listede ben de varmışım. 5 yıl siyaset dışında tutulmamı istiyormuş. İyi ama bana zaten siyaset yasağı geldi. Hem 5 değil, 7 yıl. Kendi irademizle siyaset yasağına tabi olduk."

"Türkiye'yi çok yoruyorlar..."
Biraz durdu. Soru yöneltmemize gerek bırakmadan Yalçınkaya'nın girişimini, iddianamesini ve olası etkilerini değerlendirmeye başladı:
"Polemiğe girmek istemiyorum. Türkiye'nin itibarının, imajının ve güvenilirliğinin zarar görmemesi için yukardan bakarak konuşmak zorundayım.
Bulunduğumuz nokta herkesin malumu; Türkiye gerçekleştirdiği reformlarla AB ile müzakere yapan ülke statüsünü kazandı. Bu açıdan bakınca, itibar sarsıcı bir tablo ortaya çıktı. "
Sesinde güçlükle bastırdığı öfke, yüzünde gizleyemediği hüzün gölgeleri ve cümlelerinde başkaldırının tonları vardı. Soluklanıp devam etti:
"Bakın, siyaset içinde olunca farklı hesaplar yapılabilir Ama ben konumum gereği doğruları söylemek zorundayım, İşte o bakımdan olanları üzücü görüyorum. Türkiye'yi gerçekten çok yoruyorlar. "
Sonra yüksek yargıyı, özellikle Başsavcı Yalçınkaya'yı ima ederek ekledi: "Elbette herkes'Ben görevimi böyle görüyorum' diyebilir. Ne var ki, bazı büyük meseleler, getirisi ve götürüsü açısından çok iyi hesaplanmalı. Açık söyleyeyim; üzüntümün kaynağı budur."
Yutkundu. Sesini yükseltti:
"Dünyada ekonomik krizin geldiği nokta ortada. Ekonominin nasıl hassas dengeler üstünde durduğunu da herkes biliyor. Ne hakla böyle bir şeye kalkışılıyor. 20002001'deki durumu da hatırlamıyorlar? Bu ne sorumsuzluk? "
Başsavcı'nın girişiminden nasıl bir sonuç beklediğini sorduk. Hiç tereddütsüz yanıtladı:
"Bunlardan hiçbir şey çıkmaz. Ama maliyeti ağır ödenir. Yapılanlar sadece 'Ayıp' kelimesiyle ifade edilebilir. Büyük resmi bozmaya hakkımız yok. Kimsenin hakkı yok. Herkes kendine çekidüzen vermeli. Ben bunların atlatılacağına inanıyorum. Türkiye açık toplum. Gücüne güveniyorum. Sivil demokrasiyi tam gerçekleştirememiş olsak bile epey mesafe katettiğimiz için AB ile müzakerelere başladık.
1990'lı yılların nasıl kaybedildiği herkes tarafından bilindiği, hafızalar çok taze olduğu için, ben bütün bunların sağduyuyla, tecrübeyle, sakin bir şekilde aşılacağına inanıyorum. İstikrarla, soğukkanlılıkla, kanunlara ve demokrasinin temel prensiplerine uygun şekilde hareket edileceğine inanıyorum."
Ve Cumhurbaşkanı Gül noktaladı: "İşte bütün bu nedenler sayesinde Türkiye'nin geleceği için hiçbir kaygı duymuyorum..."
O ana kadar dinlemekle yetinen Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Yalçınkaya'nın girişiminin ekonomiye verebileceği olası zararı şöyle anlattı: "Türkiye'nin cari açığı geçen yıl 38-39 milyar dolar arası oldu. Bu yıl 45 milyar dolara çıkacağı tahmin ediliyor. Açık iki yolla finanse ediliyor: Doğrudan yabancı sermaye girişi ve Türk özel sektörünün bulduğu dış krediler. Bu sayede bugüne kadar döviz dengesini tutturabildik. Ama dünyada finansal kriz varken, kredi imkanları daralırken, bunların üstüne bir de Türkiye'nin istikrarıyla oynanırsa, işimiz epey zorlaşabilir. "
İzin isteyip yerimize döndük. Sabaha karşı saat 04'te uçağımız Esenboğa Havalimanı'nın Büyük Şeref Salonu önünde durduğunda pencereden baktık: Birkaç görevli dışında kimsecikler yoktu. İndik. Gül ve ekibi araçlarına doğru yürürken mermer zeminden yükselen ayak sesleri yüksek tavanda yankılanıyor, insanda tuhaf duygular uyandırıyordu.

Krizin ilk muhasebesi
Cumhurbaşkanı'nın konvoyu Ankara'nın alacakaranlığında kaybolurken krizin ilk gününün kısa bir muhasebesini yaptık:
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya'ya medyadan hemen hiç destek yoktu. AK Parti'nin en hızlı karşıtları bile ikilem içinde kıvranmışlar, ortadan, yani "Ne kokar ne bulaşır" türünden manşetlerle geçiştirmeye çalışmışlardı.
- Konuyu demokrasi, siyasal istikrar değil siyasi nemalanma fırsatı penceresinden gören biriki malum ve müzmin politikacı dışında da Başsavcı'ya karşı güçlü bir dayanışma vardı.
- Sivil toplum örgütleri ve sözcüleri tam kadro, firesiz tepkilerini koymuşlardı.
- Halk tam anlamıyla tekvücuttu.
Özetle ne 28 Şubat 1997'deki sürecin travmasından eser vardı, ne de 27 Nisan 2007 emuhtıra sonrasının bocalamasından. Gül haklı; "Türkiye'yi yoruyorlar" ama "Bütün bunlar sağduyuyla, tecrübeyle ve demokrasinin temel ilkelerine uygun şekilde aşılacak."
Çünkü Benazir Butto'nun dediği gibi, "Demokrasi en güzel rövanştır."