kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Ocak 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Onları tanıyan herkes Tuğçe ile Vedat’ın birbirine çok yakıştığını söylüyordu.

Babası annesini kocası da onu öldürdü

MÜJGÂN HALİS
Çocuk yaştayken babasının annesini öldürmesiyle kimsesiz kalan Tuğçe Akkurt, akraba evlerinde 'sığıntı' olarak geçen hayatını değiştirmek için Vedat Ayata ile evlendi. Ancak evliliğinin üçüncü ayında kocası tarafından güpegündüz atkıyla boğularak öldürüldü..
Küçük Tuğçe henüz yedi yaşındaydı. O gün de yeni başladığı okuldan henüz dönmüş, üzerindeki önlüğünü fırlattığı gibi dışarıda oyun oynamak için bekleyen arkadaşlarının yanına koşmuştu. Annesinin "Evin önünden uzaklaşma," uyarısına "Tamam," anlamında bir el işareti yaparak, kendisini dışarıya attı. Babasının işi nedeniyle Mersin'de doğmuştu ama bir süre önce taşındıkları Erzurum'a, belki de memleketleri olması nedeniyle çok kolay uyum sağlamıştı. Zaman zaman kavga etseler de anne babasıyla mutlu bir hayatı vardı. Ancak Tuğçe'nin 'küçük kavgalar' sandığı gerilim sandığından çok daha şiddetliydi. Ve öyle bir an geldi ki Akkurt ailesinin mutedil hayatı, 1999'un eylül ayında tam anlamıyla alabora oldu. Minik Tuğçe'nin çok sevdiği babası Zakir, bir kavga sırasında canı kadar sevdiği annesi Saliha'yı öldürmüştü. Babasının öfkeyle işlediği cinayet onu hem annesiz hem babasız bırakmıştı. Tuğçe'nin bundan sonraki hayatı halasının, amcasının, dayısının evinde bir 'sığıntı' olarak geçti. Akrabaları onu çocuklarından ayırmadı, ama hiçbir şey anne-baba şefkatinin yerini tutmazdı. Belki de bu yüzden Tuğçe'nin sevgi açlığı hiçbir zaman geçmedi. Küçücük yaşta yaşadığı travmanın etkisiyle, eğitim hayatında başarısız bir öğrenci oldu Tuğçe. Akrabaları İstanbul'a taşınınca, o da onlarla İstanbul'un yolunu tuttu, zaten başka çaresi de yoktu. İlkokulu bitirdikten sona okuyamadı, belki yaşadığı travmanın etkisiyle, belki de bir 'sığıntı'nın daha fazla okumasına gerek görülmediği için. Hem yakınlarına daha fazla yük olmamak hem de yeni bir hayata adım atmak için konfeksiyon atölyelerinde çalışmaya başladı.

EVİNİN KADINI OLMAK
Kendi parasını kazanmak onu daha iyi hissettiriyordu. Ama onun esas muradı bir an önce kendi evinde yaşamak, kendi evinin kadını olmaktı. Bu hayalleri kurarken tanıştı Vedat Ayata'yla. O da kendisi gibi Erzurum Narman'lıydı. Eski adı Pertuvan olan Narman'ın Gökdağ köyünden gelmişti ikisinin de ailesi. Adını binlerce metre yükseklikteki, bir yüzü gök mavisi dağdan alan köydeki anneannesi Tuğçe'nin hayatı boyunca en sevdiği kişiydi. Ne İstanbul, ne yeni girdiği çalışma hayatı anneannesine duyduğu özlemi bitiremiyordu. Bu duygular içindeyken dayısının kayınbiraderinin oğlu Vedat'ın gösterdiği ilgiden hoşlanmaya başladı. Evlerine sık sık gelip giden bu kara yağız gencin buluşma tekliflerini önce duymazdan gelse de, bir süre sonra karşı koyamadı. Kim bilir belki de hayallerinin beyaz atlı prensiydi Vedat. Hem tanıdık, bildik bir ailenin oğluydu. Bu güvenle açtı yüreğini ve iddialara göre bir süre sonra da bedenini. Vedat'ın "Nasılsa evleneceğiz," sözleriyle ve 'sığıntı' olmaktan kurtulacak olmanın hasretiyle onun pembe panjurlu ev hayallerinin ortağı oldu.

İMAM NİKÂHIYLA DÜĞÜN
Ancak Tuğçe'nin akrabaları bu ilişkiyi duyar duymaz, hemen evlenmelerini istediler. Ayata ailesi bir baltaya sap olamayan oğullarının, Tuğçe ile flört ettiğini, üstelik samanlığın da çoktan seyran olduğunu duyduklarında, yapacakları bir şey olmadığını anlamışlardı. Girdiği her işte birkaç günden fazla tutunamayan komşularının deyimiyle 'hayta' oğullarının bir kızın kanına girmesiyle, yapacakları tek şeyin o kızın namusuna sahip çıkmak olduğuna karar verdiler. Alelacele istediler Tuğba'yı dayısından. Kız tarafı da hiç nazlanmadı, canlarına minnetti. Alt komşuları olan Bingöllü İsa Özipek'ten mahallelerinin alt tarafındaki Bingöllüler Lokali'nin kiralanmasına yardımcı olmasını istedi Ayata ailesi. Kahvehaneden bozma bu mekânda yapıldı Tuğçe ile Vedat'ın düğünleri. İkisi de evlendiğinde 17 yaşındaydı, o yüzden resmi nikâhları yapılamadı, 'şimdilik' kaydıyla imam nikâhıyla girdiler dünya evine. 2007'nin Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arasına sıkıştırılan düğün törenlerinden hemen sonra, Vedat'ın ailesinin Samandıra Veysel Karani Mahallesi'ndeki evlerinde yaşamaya başladılar. Vedat'ın inşaat makineleri operatörü babasının dört çocuğu daha vardı. İş buldukça çalışıyor, bulmadığı zaman da evde yatıyordu. Tuğçe, evliliklerinin ilk birkaç haftasında kocasının ailesiyle aynı evde yaşamaya ses çıkarmasa da, bir süre sonra Vedat'ın verdiği sözleri tutamayacağını anlamaya başladı. Kendi evinde değil, yine birilerinin evindeydi ve hâlâ 'sığıntı'ydı. Bu arada belki de nasıl korunacağını bilmediği için evlenir evlenmez hamile kalmıştı ve bunu kocası ile onun ailesinden saklamıştı. Tek güvencesi, evlendikten sonra da çalışarak eve getirdiği paraydı. Ama o çalışırken kocasının saatlerce
uyuması, iş aramaması giderek daha çok üzüyordu onu. Evliliklerinin üçüncü ayına kafasındaki bu sorularla girdi.

HAYATIMIZI DEĞİŞTİRELİM
2008'e yeni ailesinin evinde giren Tuğçe Akkurt, takvimler 11 Ocak'ı gösterdiğinde uzun uzun düşündükten sonra bir karar verdi ve evden bu kararla çıktı. Evdekilere "İşe gidiyorum," dedi. Gerçekten de işe gitti ama sadece maaşını almak üzere. Maaşını alır almaz, İstanbul'un Anadolu yakasındaki Harem Otogarı'na gitti ve Erzurum'a kalkan ilk otobüse attı kendini. Amacı hem çok özlediği anneannesini görmek hem de ne zamandır kocasına söylediği "Yaşamımızı değiştirelim," sözünü biraz emrivakiyle de olsa hayata geçirmekti. Böylece çok sevdiği kocası onu merak edecek, özleyecek ve onu kaybetmemek için istediği şeyi yapacaktı. Vedat karısının akşam eve dönmemesi üzerine adeta çıldırdı, aradığı hiçbir yerde onu bulamıyordu, iş arkadaşları da nereye gittiğini bilmiyordu. Ailesi ise genç gelinlerinin habersiz bir şekilde evi terk etmesini affedilmez buluyordu. Vedat karısına üç gün boyunca ulaşamadı. Üçüncü günün sonunda Tuğçe kocasını arayıp, Erzurum'da olduğunu ve onu merak etmemesini söyledi. Her şey olup bittikten sonra Vedat karakoldaki polislere şunları anlattı: "Tuğçe bana, 'Sen de gel. Ben o eve gelmek istemiyorum. 18 yaşımızı doldurmamıza az kaldı. Resmi nikâhımızı yapar, burada bir ev tutarız. İş bulur, geçinir, gideriz,' dedi." Tuğçe'nin Erzurum'da neler yaşadığını, neler yaptığını kimse bilmiyor. Belki yaşlı anneannesi "Madem orada bu kadar mutsuzsun, git kocanı da al gel," dedi. Belki de, kimse kendisine sahip çıkmadı. Çünkü Tuğçe 16 Ocak'ta kocasını arayarak, İstanbul'a doğru yola çıkacağını, sabah saatlerinde Kavacık'ta kendisini karşılamasını söyledi. Anlatılanlara göre niyeti kocasını ikna etmekti. Ama aslında eceline geldiğini bilemedi genç kadın. Ailesinin "O gelini istemiyoruz, gitme, görüşme," uyarısına karşın genç adam, sabah saatlerinde Kavacık'taki otobüs duraklarında Erzurum otobüsünü beklemeye başladı. Genç kadın otobüsten indiğinde yanında bavulu yoktu, belli ki niyeti hemen dönmekti. Eve de gitmek istemediğine göre, gemileri yakmaya kararlıydı. Karısını karşılayan genç adam, onun eve gitmek istemediğini görünce, konuşarak ikna etmek istedi. İşsizdi, cebinde doğru dürüst parası da yoktu ki bir taksiye binsinler. Kavacık'tan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü istikametine doğru yürümeye başladılar. Genç kadın "Nuh" diyor, "Peygamber" demiyordu. Uzun uzun yürüdüler, kim bilir belki de daha önce buluştukları bir yerdi istikametleri. Köprünün ayağındaki Çiftlik Caddesi Fidanlık Çıkmazı olarak bilinen alana ulaştılar. Adı sokak olsa da, bu kuytu alan köprüde görevli polislerin bile bellerindeki silaha rağmen tek başına yürümekten çekindikleri bir yerdi. Sık ağaçlıklı, caddeden bakan hiç kimsenin içeriyi göremediği çıkmazın hemen üstündeki kayalık alana nasıl çıktılar, orada ne konuştular, sadece ikisi biliyor. Ama bir süre sonra karısının inadına daha fazla sabredemeyen Vedat Ayata, boynundan çıkardığı atkısını genç Tuğçe'nin boynuna dolayıp sıkmaya başladı. Sıktı, sıktı, sıktı... Karısı hareketsiz kalana kadar devam etti. Bıraktığında genç kadın boş bir çuval gibi kayaların üstüne düştü.

CESEDİ GİZLEDİ

Tuğçe'nin cesedi bulunduğunda kafasındaki ve yüzündeki yaraların kayaların sivri uçlarına sürtünmekten oluştuğu anlaşıldı. Cesedi kayalık alanın hemen yanındaki uzun otların üstüne çeken Vedat Ayata, umutla başladığı aşk öyküsünden katil olarak çıkmıştı. Tuğçe ise 'sığıntı' olarak başladığı hayatına duyduğu isyanı, yaşamıyla ödemişti, hem de karnındaki iki buçuk aylık bebeğiyle. Hayallerinin prensini, hayallerinin şehrine götürmek üzere gelen genç kadın, İstanbul'a geldiğinin ilk saatlerinde hayallerini köprünün ayaklarına bırakmıştı. Bir 'sığıntı'ydı, hayata da sığınamamıştı. Yaptığının bilincine vardığında cesedin dışarıdan görünmesini engelleyen Vedat Ayata, Gaziosmanpaşa'daki akrabalarının evine gitti ve oradan babasını aradı, "Tuğçe'yi öldürdüm," dedi. Ama cesedi gizleme çabalarında başarısız olmuştu çünkü yoldan geçenlerin ihbarıyla bulunan cesedin üzerinden iki atkı çıktı, biri genç kadının soğuktan korunmak üzere taktığı, biri de kocasının onu hayattan kopardığı atkıydı. Vedat Ayata, cinayetten hemen sonra babasının telkiniyle teslim oldu. Yaşı 18'den küçük olduğu için Çocuk Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından sorgulandı ve cezaevine kondu. Ayata ailesi, çocuklarının katil olmasından sonra yaşadıkları evi terk etti. Tuğçe'nin ardından ise "Gençti, güzeldi, hamarattı, ölümü hak etmedi," diyen komşularının kurduğu cümleler kaldı.
Haberin fotoğrafları