kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Ocak 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Pazar SABAH 
ÖNCEL ÖZİÇER

Ne mutlu ki ben bir enkazım!

Sizi bilmem ama ben, "Geldi mi her şey üst üste gelir," durumunu çok sık yaşıyorum. Suyu yeşile dönmüş durgun bir süs havuzundaki irice japon balığı gibi sakin sakin kendi halimde takılır giderken, bir anda biri beni kepçeyle sudan çıkarıp, azgın dalgalı okyanusa atıveriyor. Ve ben bu mekân değişikliğiyle beraber hemen havaya girip, kaplan köpekbalığına dönüşüveriyorum. Bir mücadele, bir savaş, bir coşku bir coşku... Taaa ki o üst üst gelen şeyler her ne haltsa, geldiği gibi yine aniden toz olup gidene kadar. Sonra hooop tekrar süs havuzuna, halim selim japon balığı olmaya... Aslında bütün kadın milletinde vardır bu, duruma göre zırh kuşanma çabukluğu... Pratik zekâdan mıdır, artık nedir bilemiyorum. Ama hava şartlarına erkeklerden daha kolay ve hızlı ayak uydurduğumuz kesin. Bu yüzden badireleri erkeklere göre daha kolay atlatıyoruz. 30 yıllık kocasını bir gece aniden dört kolluya bindirmiş bir kadın mesela... Bir uzvunu kaybetmiş gibi hisseder değil mi? Kolu kanadı kırılır, hem evinin hem içinin direği yıkılır sanki, bir gecede yaşlanır. Ama sonraaaa... Birkaç ayda toparlanır. Acısını içine akıtır, kendi gibi bi'başına kalmış diğer hemcinsleriyle, kafasında geniş kenarlı bir şapka, kredi kartına 12 takside, Mısır piramitlerini dolaşır. Ama erkekler öyle mi ya? Onlar bu hayatta desteksiz yollarına devam edemezler. Yeni durumlar, değişen şartlar onları öyle korkutur ki, bu yüzden bir kadın, hayatlarından herhangi bir nedenle çıktığında, hemen denizin içinde yılanı ararlar. Can havliyle sarılabilmek için... Eski düzeni bir an önce yeniden tutturmak için. Kıyamam ben onlara, çok ciddi bir adaptasyon sorunları var evimizin direklerinin...

ERKEKLER KOLAY UNUTAMAZ
Bu yüzden sizden gittikleri zaman ya da giden sizseniz, her neyse, kolunda bir başkasını görünce, "Vay alçak zor bekliyormuş ayrılmamızı," demeyin. Emin olun aklı hâlâ sizdedir. Ama ruhu başka yerdeyken ne acıdır ki yoldaşlık ettiği başka bir bedendir. Ohooo! Ne diyorum ben? Bunlardan söz etmeyecektim ki... Daha ikinci cümleden itibaren konumuzdan uzaklaştım. İzninizle hemen bir tornistan, lütfen ilk cümleyi tekrar okuyun ve yazıyı okumaya öyle devam edin. Efendim, işte yine her şeyin, sevinci, üzüntüsü, yeni başlangıçları, ihaneti üst üste ve üstüme üstüme geldiği bir dönemde, bir arkadaşım gayet acımasızca bir laf etme gafletinde bulundu. Yüzüme yüzüme, "Sen de o enkaz kadınlardan birisin," dedi. Toparlanıp, omuzlarımı dikleştirip, gözlerimden alev fışkırtarak, dişlerimin arasından "Halt etmişsin sen onu!" diye tıslamam iki saniyemi aldı. Ne münasebetti efendim! Bir parça kafa travması yaşamıştım tamam, ama hangi çılgın bana enkaz diyebilirdi? O konuşmayı ben daha fazla tıslamadan apar topar bitirdikten sonra oturup sakin kafayla düşünmeye başladım. Ve enkaz olmanın aslında hiç de kötü bir şey olmadığını fark ettim. Hatta belki de bir mertebe bile sayılabilirdi. Tadı çıkarılası bir şey, diye düşünmek lazım belki de... Ama işte o haldeyken durumunu kabul edemez insan. Çünkü içgüdü ve hırslar, buna izin vermez. Hatta kimyasallardan ya da bu işin ilmini okumuşlardan destek istersin. Ve işte hiçbiri bu kadar iyi gelmez: Yani, enkaz olduğunu öğrenmek! Bu, kötü bir şey değildir ki aslında. Bir kere tecrübeyi temsil eder. Yararlı şüpheciliği... Aklı... Zekâyı... Çabuk insan tanıyıp, çabuk karar vermeyi... Bunu kabul ettiğin anda da yeşillenmeye başlıyorsun galiba... Yıkık taşların arasından tazecik yoncalar, kedi tırnakları, papatyalar fışkırmaya başlıyor. Ve insan, artık yeniden bir betonarmenin içinde yaşayacağına kendini özgürce bu çayır çimene salıyor. Yazı çok uzadı, siz çözdünüz zaten mevzuyu, diyeceğim o ki, hiç korkmayın. Yaşasın yıkılmak ve ardından bir harabeden çiçek tarhı yaratmak! Yaşasınnn!