Çikolata tarikatının müridleri buluşuyor
Tokyo'da bir dükkan. Şık ve pahalı bir butik için biraz fazla sıkışık. Mühim şahsiyetler, sade meraklılar buluşup çikolata yiyorlar. Hepsi birer sanat eseri.
22. yüzyıla ait belki de tek kent orası. Tokyo'dayız. Temposu, estetiği, her şey başka bir zamana ait.
Büyülü kentin eskimodern merkezini tavaf ediyoruz. Her kapıya, eşiğe merak ve nazar atfederek. Nerede, ne var? O muazzam koşuşturmanın içinde önümüze bir sükun noktası çıkıveriyor. Ansızın ve adeta ipnotize ederek insanı kendine çekiyor. Geleneksel Japon mimarisinin minimalizmi ile ifade olunmuş küçük, derin bir mahal... Ya iki ya da üç katlı. Burası bir dükkan. Hayır, mabed! İçeriye adım attığımız anda artık "harici dünyanın" hırsı, zamansızlığı, üst üsteliği kapının dışında kalıyor. Yok oluveriyor!
Neden? Çünkü içeriye Azteklerden beri insanoğlunu büyüleyen, nadir değişmez bir şeyin kokusu hakim. Çikolata!
Japonlar, her yaştan ve sessiz alçak vitrinlerin içinde dizi dizi, kuzu kuzu yatan "eserlere" bakınıyorlar. Öyle ya, sanki birer sanat eseri bunlar. Her bir manganın önünde küçücük ama kaligrafisi ağır bir izahat! Japonlar, şunu tadayım, öğrenip de karar vereyim halinden uzaktalar. Satanlar da bu meraklı nüfusa mal mı dayanır diye, düşünüyor olmalılar.
ASİLLERİN ELİNDE Ama işte böyle! İçerisi şık ve pahalı bir butik için biraz fazla sıkışık. Sanki toplu bir tadım seansı arefesi. Adeta çikolata temalı bir happening. Ne tuhaf! Daha yeni okumuşuz. Deja vue gibi: Ben bunu biliyorum, yeni gördüm ya! Tokyo'ya uçarken New York Times kültür-yemek bölümünde bir haber-yorum elimize düşüyor. Le Club de Croqueurs de Chocolat. Türkçesi: Çikolata müridleri! Mahdut sayıda "çikolata bağımlısı" bir araya gelmiş. Mühim şahsiyetler, sade meraklılar... Kozmopolit bir taife. Buluşup çikolata yiyorlar. Önce belli fasılalarla sözleşiyorlar. New York Times'ın yazarı birine katılmış: Bir ritüelle toplanıyor, masa başı yapıyorlar. Envai el yapımı çikolata. İçecek olarak sadece su. Farklı lezzetler arasında sükun bulmak, tekrar bitaraf olmak için de ekmek. Herkes yediğini yazıyor. Bazen bilerek. Kim yaptı, nerede yaptı... Bazen de "blind tasting" dediğimiz şekilde, ismi örtülü olarak. Kakao'ya doyuyorlar...
Aşikar olan şu: Çikolata artık çocukların elinde değil. Daha doğrusu, sadece onlara ait değil. Artık çikolata, kitlelerin, sanayicilerin malı olmaktan çıkıyor! O bundan böyle "asillerin elinde"! Belçika'da, Fransa'daki zenaatkar imalatçılar, tümü elle üreten yaratıcı aşçıların mamülleri, düne kadar burun kıvıranların dahi ilgisiz kalamayacakları bir mecrayı oluşturuyor. Her biri insanı önce ismi sonra rayihası, lezzeti ile o coğrafya senin, bu coğrafya benim oradan oraya savuran çikolata çeşitleri sadece Tokyo'da değil. Dünyanın satın alma gücü yüksek, dört bucağında mevzilenmiş durumdalar. Brüksel, Paris, New York, Londra malum adresler. Fondanlar, ganachelar, trüfler ilk tanıdıklar. Ama orada durmuyor bu fasikül. Şu isimlere bir bakın: Caracas (sade bitter), Othello (dağ balı ile), Romeo (taze kahve mus ile), Bachus (rom ile), Mont Blanc (kirsch likörlü), Rigoletto (karamelize tereyağ ile bitter)...
Bitti mi? Ne gezer... Söyleyin, bu bir rüya alemi! Hiç orada sınır, tahdit olur mu?
|