kapat
30.03.2002
 GÜNAYDIN
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 İSTANBUL
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 SABAH
 FOTOMAÇ
 GÜNAYDIN
 ŞAMDAN
 CİNSELLİK
 EMİNE BEDER
 SABAH PAZAR
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Dayağı tadında bırakınız!

İlkokulda çok kavgacıydım. Özellikle, kızlara kötü davranan oğlanları, pata küte dövmeyi görev edinmiştim! Elim de ağırdı galiba. Benden korkarlardı. "Kızlar-erkekler savaşı" oyununu bu dönemde icat ettik.

Kurallar çok basitti: Kızlar ve erkekler iki gruba ayrılıyor, "Hücum!" denince, herkes tarihi filmlerden gördüğü "Allah Allah" sesleriyle birbirine saldırıp dövüşmeye başlıyor! Onbeş dakikalık teneffüs bittiğinde, daha az ağlayan, pes etmeyen grup kazanmış oluyor.

Kazanan grup, ter içinde, saç baş dağılmış, siyah önlükleri tozdan bembeyaz, yakalar kopmuş, ama gururlu, sınıfa girip, ders boyunca, karşı gruba ikide bir "N'aber, mahvettik sizi" manasında dil çıkarıyor!

"Öteki", kızlar için bütün erkekler.

Erkekler için, bütün kızlar. O yaşlar.

"Karşı taraf"a hissedilenler karışık. Düşmanlık, merak, saldırganlık, bir arada. Erkeklerin, beğendikleri kızların saçlarını çektiği, ellerine kalem batırdıkları dönem.

Bir gün, baktım ki, kızların hepsini kıstırmışlar köşeye. Onlar ciyak ciyak ağlarken, oğlanlar hem gülüp hem tekme atıyorlar. Kendimi kaybedip, öyle bir giriştim ki, ders zili çaldığında hayal meyal gördüğüm şu sahneyi hatırlıyorum: Beslenme sepetinden hep muhallebi çıkan Mahmut, gözlükleri kırılmış, bir yandan ağlıyor, bir yandan da, "Ya haksızlık ya, Gülse gelmeseydi biz yeniyorduk savaşta" diye yakınıyor. Okulun demirbaşı olmuş, bizden üç yaş büyük, ve boyu daha o yaştan neredeyse 1.70'e varmış, mahallenin en çok vukuat çıkaran çocuğu, kavgalarda genellikle berabere kaldığım Gökhan ise, köşede salya sümük!

Ertesi gün, annesi geldi okula. Beni Öğretmenler Odası'na çağırdılar.

Öğretmen, Gökhan, annesi, karşımda duruyorlar.

Gökhan, enine boyuna, ikisinden de iri. Küskün küskün önüne bakıyor. İki katım hacminde. Önlüğü bile özel dikilmiş, çünkü onun boyuna göre önlük yok.

Bende de ponponlu çoraplar, saçlar iki yandan tutturulmuş.

Annesi: "Evladım, niye dövüyorsun Gökhan'ı?" der demez, odadaki diğer hocalar makarayı koyuverdiler.

"Bana ne!" dedim, "Önce o bana vurdu!"

Önce o bana vurdu!

Türkiye, kadın dövme istatistiklerinde birinci.

(Bunu her okuduğumda ilk kez duymuşum gibi irkiliyorum.)

Dünyada birinci olduğumuz başka birşey var mı? Sanatla, bilimle, ekonomiyle ilgili bir konu mesela?

Son haber de tüy dikti: Dövmeyi abartmayalım, misvak veya mendille, hafifçe çarpmak kafidir! Misvak malum-u aliniz, o zamanın diş fırçası. Hafif, küçük bir alet. Maksat, terbiye etmek, uyarı, sembol.

Sebep: Kadının, ailenin, evin huzurunu kaçırması.

Diyelim ki çorbanın tuzu fazla. E huzur mu kalır o evde?

Altında da çeşitli görüşler: "Evet doğrudur", "Yok, aslında tam öyle değildir".

Bir batı ülkesinde bunun "tartışıldığını" düşünebiliyor musunuz?

İlkokuldaki gibi olsaydı, yani kadınlarla erkekler arasında, fiziksel güç açısından pek fark olmasaydı, ne olurdu acaba?

"Önce o bana vurdu" diyebilselerdi...

Kadın döven erkekler, kontr dayağı yiyince, Gökhan gibi korkup siner miydi?

Yoksa bizim ilkokulda yaptığımız, bir türlü galip gelinemeyen "savaş"lar mı başlardı evlerde?

Ve kadın dövme konusunda, yemek tarifi veriyormuş gibi, alet edevat tercihini konu eden insanları neyle dövmek lazım?

Misvak? Mendil? Beyzbol sopası?

Sembolik olarak yani.

Huzur açısından...

Güldürenleriniz bol olsun!
G.A.G'ın yarattığı dalga bizi bile şaşırttı. Zevkten dört köşeyiz. Her yaştan, her kesimden binlerce e-posta geldi.

Bunların çoğuna, yetişebildiğimiz kadar cevap yazmaya çalışıyoruz.Ama benim vakitsizlikten henüz arayamadığım isimler var. Belki buradan teşekkür edersem gecikmenin telafisi olabilir.

İstanbul Ticaret Üniversitesi, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ateş Vuran'ın tebrikleri bizi gururlandırdı. Vuran'ın favorisi yayınladığımız eski, siyah beyaz Türk reklamları bölümü. 1974 yılında yönetmenliğini yaptığı reklamları bize gönderdi, önümüzdeki programda seyredebilirsiniz. İnceden tefe aldığımıza bakmayın, bu siyah beyaz şaheserler sadece Türk reklam sektörünün nereden nereye geldiğiyle ilgili önemli belgeler değil, aynı zamanda dönemin şartlarıyla hazırlanmış çok başarılı kampanyalar. Yoksa Füsun Önal'lı Beymen reklamını, "Eski çoraplarınızı atın" Jill kampanyasını nasıl hala hatırlıyor olurduk?

Konya İletişim Fakültesi, G.A.G'ın kasetlerini istedi, derslerde göstermek üzere. Büyük bir zevkle göndereceğiz.

Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin hem hocalarından, hem öğrencilerinden gelen e-postalara da sonsuz teşekkürler.

Ve reklam ajansları. Beğeniniz ve desteğiniz bizi çok sevindirdi. Sunuşlarda bahsedilmesi ve yayınlanması için gönderdiğiniz reklam kasetlerini ilgiyle izliyoruz. Programa uygun malzemeler çıkarsa kullanabiliriz.

Her Çarşamba atv'de yayındayız. Sizi güldürmeye devam edeceğiz!

Gülse BİRSEL



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır