Ne olur, bana bir çukur bulun
Allah'a şükür unutulmadım. Ama artık mezarımı bilmek istiyorum. Bütün mezarlıklara gittim. "Hiç yer yok" diyorlar. Kolay gidilen, bilinen bir yer olsun istiyorum.
Bedrettin Dalan'dan bile yardım istedim. Hâlâ haber gelmedi. Ne olursunuz yardım edin bana. Saray yaptıracak değilim. Gömüleceğim yeri bilmek istiyorum. Onunkİ 90 yıllık bir yaşam öyküsü. Yetimlikten gazinoların yıldızlığına, yıldızlıktan yalnızlığa varan... Kendince son noktasının arifesinde. 1940'lı yılların efsanevi türkücüsü Zehra Bilir, bir zamanlar nasıl o gazinodan bu gazinoya geziyorsa, bugün de o kabristandan diğerine mekik dokuyor. Başarıyla bezediği hayatında, kendi için üç metrekarelik bir toprak parçası bulmak için. Türk halk müziği sanatçısından assolist olmaz kuralını yıktığı, bir gecede 7 gazinoda program yaptığı, Missouri uçak gemisinde binlerce Amerikan deniz piyadesine "Ha bu diyar... Ha bu diyar..." diye alkış tutturduğu günlerde kendini bildiği gibi, bugün de sade ve duru, tek emelinin peşinde. Şu dizeleri mırıldanıyor: "Bir cümledir ki hayat. Ne bir virgül, ne de hat. Birden okuyacağız. Bazen geç, bazen erken. Ama sonuna mutlaka mezar denen bir nokta koyacağız." Ardından da "Ne olur bana yardım edin" diyerek belki de vasiyetini söylüyor: "Allah'a şükür daha unutulmadım. Çok sevildim. O sevgiyle de bunca yıl yaşadım. Ama artık mezarımı bilmek istiyorum. Bütün mezarlıklara gittim. "Hiç yer yok" diyorlar. Kolay gidilen, bilinen bir yer olsun istiyorum. Karacaahmet'te yatmak istiyorum. Bedrettin Dalan'dan bile yardım istedim. Hâlâ haber gelmedi. Ne olursunuz yardım edin. Saray yaptıracak değilim. Gömüleceğim yeri bilmek istiyorum."
ERMENİ'DEN DÖNMEYİM
* En başından başlayalım mı konuşmaya?
1913'te Arapkir'de doğmuşum. O zamanlar Arapkir Elazığ'a bağlıydı. Sonra Malatya'ya geçti. Yani aslen Elazığlı'yım. Babamı hiç hatırlamam. Ermeni'ymiş. Ben 1.5 yaşındayken askere, Birinci Dünya Savaşı'na gitmiş. Bir daha haber alınamamış. Ya vurulmuş, ya ölmüş! Ben Türk babamı bilirim. Nüfusta adım Ermeni adıymış ama ben Türk'üm, Müslümanım.
* Asıl isminiz neydi?
Lüzum yok. Eski ismimi söylemem. Mutediyim. Ermeni'den dönmeyim. Ama dediğim gibi esas babamı tanımam.
* Peki Zehra ismini nasıl aldınız?
Müftü taktı. 22 yaşındaydım. Evlenecektim. Sibel ismiyle müracaat ettim. Ama müftü, "Kızım bu Türk ismini andırmıyor" dedi. Ben de, "Öyleyse siz bulun bir isim" dedim. "Zehra olsun" dedi. Bilir de, ilk eşimin soyadıydı. Ben o soyadla ünlendim. Sonra da değiştirmek istemedim... Zaten türkü söylemeye de evlendikten sonra başladım. Birinci eşim inşaat mühendisiydi. Anadolu'yu karış karış gezdik. Bütün türküleri o zaman öğrendim. Akşam oldu mu şantiyede toplanır, şarkılar türküler söylerdik. Sıra bana gelince, 'Ayy bacım ne güzel söylüyorsun! Sahneye çıksana' diye teşvik ederlerdi... Eşimden ayrıldıktan sonra kanuni Artaki Candan'dan ders aldım. Boş çuval ayakta durmaz... Yıllarca türkü topladım...
* Sahneye geç çıktınız ama çabuk terk ettiniz. Neden?
1950'lilerde bir sendikanın Zonguldak'ta yapacağı baloya davetliydim. Madenci bir aileyle tanıştım. Çok yakınlık gösterdiler. Bu yakınlık oğulları Necmi Ergener'le evlenmeye kadar vardı. Kayınpederim CHP milletvekiliydi. Çok saygın biriydi. Sahneye çıkmamı istemedi. Ona olan saygımdan kabul ettim. Bir daha sahneye çıkmadım.
Her gece 7-8 gazinoda çıkardı. Ama seyirci aynı seyirci!
Üzerinde saten şalvarı, ayağında sırma terlikleri ve elinde unutulmaz kırmızı mendiliyle çıkardı sahneye. "Hop hop nanay kız nanay..." diye başladı mı türküye alkıştan inlerdi salon. 30 yaşındaydı çıktığında sahneye. Sadece 8 yıl kaldı. Ama öyle bir efsane oldu ki, gecede 7-8 yerde birden sahne alır, seyirci de onunla birlikte o gazino senin, bu gazino benim koştururdu... Hala Rita Hayworth'a parmak ısırtacak bir güzelliğin hatıralarını çehresinde barındıran bu efsanevi yıldız şimdi 90 yaşında. Kulakları iyi işitmiyor, gözleri görmüyor. Ama hâlâ dimdik ayakta. Üstelik müthiş bir hafızayla. Uzak yakın tüm dostlarının, telefon numarasını ezberinde tutuyor...
'Sahnede araba bile hediye ettiler, almadım'
* Sizin zamanınızda da şimdiki gibi hediye verilir miydi sanatçılara?
Olmaz mı! Ama hiç kabul etmedim. Durdurmasını bildim. Bir keresinde araba hediye etmeye kalkıştı birisi. Tepebaşı'nda Novatti'de sahneye çıkıyordum. "Arabam var" dedim. Gerisin geri gönderdim anahtarları. İsterse Mercedes olsun. Her hediyenin altında bir halt vardır. Ötesine hazırsanız kabul ederseniz.
'Vehbi Koç'a kötü niyetli düşünmesin diye eşini sordum'
* Başka kurallarınız da var mıydı?
Bir akşam yakın bir dostum, "Tokatlıyan'a gideceğiz. Söz verdim Koç geliyor" dedi. "Olmaz, özel davetlere gitmem" dedim. Ama ısrar ediyordu. "Eşin de geliyorsa olur" dedim. Gittik. Vehbi Koç çok efendi, çok tatlı bir insandı. Ordan burdan konuşuldu... Lafın arasında kötü niyetlerle düşüncelere dalmasın diye "Bundan sonra ilk görüşmemizde hanımızla tanıştıracak mısınız" dedim. "Tabii" dedi... Nitekim bir akşam Ankara Palas'da konsere çıkacağım. Odamın kapısı çalındı. Açtım Vehbi Bey, "Hanımımla tanıştıracağım seni" dedi. Beni götürdü, benli bir hanımla tanıştırdı. Sadberk hanımmış. Böylece ahbap olduk.
Kore'de ABD'li asker türküsünü okudu, adı Türkü Ana kaldı
* Türkü Ana'nın öyküsü nedir?
Gazeteci Hikmet Feridun Es, Kore Savaşı'nda görevliyken subaylar aralarında eğleniyor. Amerikalı subaylardan biri başlıyor 'Tridine bandım' türküsünü söylemeye. Es, şaşkınlıkla 'Bu türküyü nereden biliyorsun' diye soruyor. Subay, 'Bu türkü Zehra Bilir'in. Ülkemizde plakları var' diyor. Ertesi gün Es 'Türkü Ana' diye yazdı gazeteye. O günden sonra adım 'Türkü Ana' diye kaldı.
Mine ŞENOCAKLI
|