kapat

19.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Küçük mavi bisiklet
Bir tek o sağlam kalmıştı koca apartmanda... Dile gelebilse, minik arkadaşıyla eskisi gibi gezip tozmayı ne kadar istediğini anlatacaktı

İlahi bir balyozla preslenmiş gibi yatan 8 katlı apartmanın tek sağlam yeri en üst kattaki dairenin daracık arka balkonuydu... Ve fayansları bile bozulmamış o balkonda, köşede, küçük mavi bir bisiklet duruyordu...

Can kurtarma derdine düşmüş insanların, küçük mavi bisiklete baktığı yoktu...

O küçük mavi bisiklet ihtimâl ki, sünnet ya da pekiyi dolu bir karne hediyesiydi...

Tekerlekleri pek aşınmamış küçük mavi bisiklet ile sahibinin arkadaşlığı henüz belli ki çok yeniydi.

Ama o küçük mavi bisikletin sahibi büyük ihtimalle, hemen birkaç metre aşağıda, pres olmuş dairenin, kirişlerinden birinin altında cansız yatıyordu...

Küçük mavi bisikletini boynu bükük bırakmıştı...

Küçük mavi bisiklet bunu bilmiyor, arkadaşını bekliyordu.

Dile gelse belki, küçük sahibiyle eskisi gibi birlikte gezip tozmayı ne kadar çok istediğini anlatabilirdi...

Ama bisikletler konuşmaz ki!
Özellikle küçücük çocukların küçük mavi bisikletleri!..

Depremin üzerinden 36 saat geçtiği halde, küçük mavi bisikletin küçük sahibinin üzerine tonlarca blok, yerinden bile oynatılamamıştı...

Demek ki küçük mavi bisiklet ebediyen mahzun, ebediyen arkadaşsız kalacaktı...

Ölmeyen ejderha

Depremle yerle bir olan blok apartmanların tozlu gölgelerinde, görseniz daha nice insan ne acılarla, beton altındaki "canlarından" bir feryat, bir hayat ışığı parıldar mı, diye bekleşiyorlardı...

Apartman enkazları üzerindeki "sessizlik" hiçbir sessizlikle mukayese edilemez.

O acıyla umudun ortak sessizliğidir...

Bir çıtırtı, bir inilti duyulur da, kazma ve kürekler o tarafa yönelir, canlardan biri kurtarılır diye...

Ya yaşıyorsa kocam, ya sağsa evladım, ya direnmekteyse annem!..

Belki kurtulmasına bir kazma darbesi kalmıştır!

Böyle acıklı bir bekleyişi tarifi etmeye, insanın ana dili bile yetmez.

Saatlerdir tükenmeyen kazma kürek gayretinin altında bu umut yatmakta...

Beton blokların altında, ölümle yaşam arasında sarkaçlanan can yoldaşları, hayat arkadaşları, evlâtlar, sevgililer belki son bir kazma darbesiyle kurtarılabilecektir.

O yüzden, canlarının yarısı beton altında yatan insanlar, kazma kürek, diş tırnaktan vazgeçmiyorlar.

Avcılar'da iki gündür izlediğim insanüstü çaba, insanlarımıza dair umutlarımı okyanus rüzgarları gibi yelpazelendirirken; tanık olduğum keder, yüreğimdeki ışığı acıyla perdeledi.

11 apartmanın yerle bir olduğu Gümüşpala mahallesi muhtarı Celalettin Bey'in yanında tanık olduğum diyalogların, insanı alıp nerelere götürdüğü; acı ustası insanlarımızın, betonlar arasında tozlu bir yüz, kıpırdayan bir el ve ayak bulabilmek için nasıl çırpındıklarını tarife kalkışmak beyhudedir.

Hani, mitolojideki efsane ejderhalar var ya...

Baltayla, mızrakla veya okla yaralanıp yaralanıp da, her defasında yüreğinden fışkıran iksirle yaralarını sarıp, yine sapasağlam ayağa kalkan ejderhalar gibi, Türk Milleti de, her darbeden sonra ayağa dikiliyor, hiçbir tuzağa ve hiçbir ihanete teslim olmuyor.

Anarşi bitiyor, terör başlıyor; terör bitti derken, deprem vuruyor...

Ama öyle güçlü ki bu ejderha, 7.3 şiddetindeki deprem de vızgelecek neredeyse hırsız müteahhitler olmasa...

Ne ki, millet yine ayakta...

Tıpkı küllerinden dirilen Phoeniks Kuşu gibi...

Kızım sizin mahallede mi?

Gümüşpala mahallesi muhtarı Celalettin Bey'in yanındayım...

Celalettin bey dendiğinde, biraz durup düşünülmeli... Erzincanlı Celalettin Bey'in çocuğu gibi baktığı Gümüşpala mahallesinin Şükrübey mıntıkasında neredeyse oturulacak ev, apartman kalmamış gibi...

11 blok içindeki insanlarla, "yer ile yeksan" olmuş, yüzlercesi de çatlaklar, yıkıntılar ve kaymalar yüzünden korku bloklarına dönüşmüş...

Şükrübey akşamlarında, artık o uğursuz 17 Ağustos sarsıntısını unutmak imkansız...

Muhtar Celalettin, mahallesini, 77'den beri isim isim, adım adım biliyor...

Deprem'den beri gözüne bir damla uyku girmemiş, beton bloklar altından çıkan ölüleri kayıttan düşüyor, ötekilerin ise "ne zaman" ve "nasıl" çıkacağını takip ediyor.

Bir yaşlı kadın giriyor muhtarlığa...

Yanında, 12 yaşlarında torunu, Bolu'dan biraz önce gelmişler...

Kadın, kızını, evlât annesini arıyor...

"Kızım hemşire" diyor muhtar emmiye... "Damadım öğretmen. Bu cumartesi telefon ettiler, Gümüşpala'da yeni bir apartmana taşınıyoruz, dediler. Arıyoruz bulamıyoruz, bu yıkılan apartmanlardan birine taşınmış olmasın?"

Muhtar, cumartesi pazar günü mahalleye taşınmış olanların resimli evraklarına bakmaya başlıyor.

Çocuk usulca muhtara yaklaşıyor, korkarak resimlere bakıyor...

O evraklar içinde annesinin veya babasının resmi varsa, yüreği büyük bir korku girdabına kapılacak...

Acaba çöken apartmanlardan birine mi taşındılar, taşındılar da, öldüler mi yoksa?

Neyse ki, evraklar arasında çocuk annesinin veya babasının resmine rastlamıyor. Ya ölmediler, ya da öldüler ama bildirim yapmadılar!

***

Biraz sonra genç bir karı koca giriyor muhtarlığa...

"Şu çöken apartmandan, Salih Bakır çıktı mı muhtar dayı?"

Muhtarın sesi duvarda yankılanıyor:

" Salih Bakır'ın hanımıyla torunu ölü çıktı, kendisi daha çıkmadı!"

O sırada biri nefes nefese içeri daldı:

"Kuyumcuyu bulduk. Apartman yıkılırken, kaydırak gibi kayıp yolun öbür tarafındaki bahçeye düşmüş, hiçbir şeyi yok"

"Aman iyi bari!.."

"Emlakçı Erol da, 20 saat sonra en alt kattan sapasağlam çıktı"

"Nasıl çıktı?"

"En üst katta, yıkılan kirişle buzdolabı arasında sıkışmış. O sıkıştığı boşlukla birlikte, en alt kata kadar çökmüş, Bir kepçe şans eseri, buzdolabına dayanmış olan kirişi kaldırınca, adam yürüyerek dışarı tırmandı..."

Enkazların çevresinde binlerce insan, "kim çıktı", "nasıl çıktı", "kim çıkmadı"yı konuşuyor.

Mozaik mezarlığı
Avcılar'da neredeyse dış cephesi "mozaik"le bezenmiş ne kadar apartman varsa, ya yıkılmış ya da ağır yaralanmış...

Sanki çürük inşa edilmiş apartmanlar, mozaik cephelerle bilerek süslenmeye, çürüklüğü örtülmeye çalışılmış gibi...

Ama dolandırıcı müteahhitlerin mozaiklerle süslemeye çalıştığı bu apartmanların, acı biçimde çökmesiyle görüldü ki, büyük günahlar hiçbir örtüyle saklanamıyor.

Hele hele bu gibi "organize günahlar" hiç örtülemiyor.

Günahkâr yapsatçıların, günahkâr ustaları işin içine sokarak, günahkâr mühendislerin imzaları ve günahkâr belediyelerin onaylarıyla ortaya çıkardıkları mozaik kaplı apartmanlar, içindeki insanlarla birlikte enkaz haline gelince, ortaya işte böyle "organize günahlar"ın sebep olduğu, mozaik mezarlıkları çıkıyor.

Şimdi çok geç kalınmış olarak...

Ne bu ölüm apartmanlarına acıyla gönderilen fatihalar affetirebilir bu günahları; ne de koca bir semtin birkaç saniye içinde bir "mozaik kabristanı" haline gelmesinin utancı silinebilir ruhlarımızdan...

Tanrı bütün günahları affetmesin!

İlker SARIER


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır