kapat

17.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NURİYE AKMAN(nakman@sabah.com.tr )


Aban'ın ruhu

Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen gazeteci ve yazarların düzenlediği "2. Abant Platformu"na katıldım. Komisyon çalışmalarının yarısından fazlası boyunca tek kadın katılımcıydım. Bu konuda çok saygılı ve demokrat bir ortam gözledim.

Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın öncülüğünde düzenlenen 2. Abant Platformu, geçen hafta sonu tamamlandı ama yankıları devam ediyor. Yaklaşık 50 aydın ve bilim adamının katıldığı tartışmalar, 29 maddede formüle edilerek kamuoyunun dikkatine sunuldu. Abant görüşmelerinin ruhunu, komisyon başkanları ile bazı katılımcılar şöyle anlattılar:

* Vahiy ve Akıl Komisyonu Başkanı Prof. Dr. BEKİR KARLIĞA:
Vahiy-akıl ilişkisi dinin hayat ile ilişkilendirilmesinde en temel sorundur. Çünkü din ile ilgili her türden değerlendirmenin özünde, onu algılayan insanın algılayış biçimi yatmaktadır. İnsanlar, kimi zaman yalnızca aklın verilerini esas almakta, aksi tavırları gericilik olarak kabul etmektedirler.

Yalnızca vahiy esas alıp her şeyi ona göre değerlendirdiklerini söyleyen birtakım insanlar da aklın rolünü büsbütün inkar ederek aşırı bir tutuculuğa kapılmaktadır. İslam dini her iki tavrı da reddetmektedir.

Komisyonumuz bu ikisi arasında sağlıklı bir dengenin kurulmasının yollarını göstermiş ve benimsenen ilkelerle toplumun sağduyuyla birbirini anlayabilmesinin ve çok köklü gibi görünen tartışmaların önünün alınmasının mümkün olabileceği vurgulanmıştır.

Komisyonumuz ayrıca İslam dünyasının zaman zaman aklı yeterince kullanamamaktan dolayı büyük sıkıntılara düştüğünü ve sonuçta içtihad kapısının kapanması gibi bir önyargıyla düşünce sistemimizin bütün yollarını tıkama durumuna getirdiğini vurgulamış bu durumdan kurtulmanın biricik yolunun da aklın özgürlüğünü ön plana çıkaran bir dini yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak bunun da hiçbir zaman vahiy aklın sınırları içine hapsetmek anlamına alınmaması gerektiğini belirlemiştir.

Hoşgörü ve anlayış
Abant Platformu, son derece uyumlu bir hoşgörü ve anlayış içinde geçmiş, farklı eğilimlere ve birikmelere sahip aydınlarımız arasında sağlıklı diyalogların kurulmasına imkan hazırlamıştır.

Geçen yıldaki kadar cesur kararların alınmadığının söylenmesine karşılık, bu yıl alınan kararların çok daha soğukkanlı ve temel ilkeleri belirleyici nitelikte olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü taraflar bu yıl birbirlerini daha iyi anlayarak karşılıklı bir uyum içinde düşüncelerini ortaya koymuşlardır.

* Din ve Toplum Komisyonu Başkanı NEVVAL SEVİNDİ:
Bizim komisyonda din genel anlamıyla ifade edilirken, toplum-din alanındaki çatışma alanlarına derinlemesine nüfuz edilemedi. Fethullah Gülen faktöründen dolayı katılım azdı ve katılımcılar pek hedef olmak istemez bir ruh hali içindeydi. Komisyon başkanının bir kadın olması bile din-kadın ilişkisinde yaşanan sorunların açıkça ifade edilmesine yetmedi. Modernleşmenin tek tip olmadığı beyan edildi ama Türk modernleşme projesinin yaşadığı tarihsel süreç, sorunlar ve çatışma alanları açıkca ifade bulmadı. Ancak, özgürleşmenin tabanının birey olduğu ve İslam-kadın ilişkisinin önemi tüm komisyon üyelerince benimsendi. Birey-din ilişkisi tartışıldı. İlericilik, gericilik ekseninin din ile temellendirilmemesi fikri kabul gördü ve "Sadece dini gericilik yoktur. Bütün gericiler dindar değildir, bütün dindarlar gerici değildir" şeklinde formüle edildi. Din bireysel olarak ilk defa formüle edildi.

Gericilik nerede başlıyor?
Türkiye'de siyasi partilerin oluşturduğu siyasi boşluk nedeniyle bu alanın farklı sosyal, sivil cemaatlerle dolduğu, farklılıklara saygı, hoşgörü ve bir arada yaşama pratiğinin desteklenmesinin demokratik bir tavır olduğu herkesten onay gördü. Özgürlük ve demokrasi talebi, din ve toplum ilişkilerinde öne geçti. Türkiye'nin kendi özgün modernleşme modelini, sosyal ve kültürel yapısını anlamaya çalışması gerekli. Burada üretilecek bilgi ve kaynaklar çözümsüzlüğü bertaraf edebilir. 2'nci Abant Platformu pek özgür bir ruhsal iklimde gerçekleşmedi.

t Din ve Toplum İlişkileri Komisyonu üyesi: Prof. Dr. ELİSABETH ÖZDALGA: (Sosyolog. İstanbul-İsveç Araştırma Enstitüsü)

Dindarlık nerede bitiyor, gericilik nerede başlıyor? Başka bir deyişle dindarlık/gericilik sınırı nereden geçiyor? Bu konuda önemli bir belirsizlik ve huzursuzluk var Türkiye'de. Örneğin namaz kılmak, hacca gitmek, kurban kesmek normal bir dindarlık görevi sayılmakta. Fakat birisinin evinde toplanıp arkadaş grubu olarak Kuran'ı okumak veya çocuğunu imam hatip lisesinde okutmaya şüphe ile bakılmakta.

Günlük meseleler
İrtica mücadelesi adı altında dindarlık cezalandırılmaktadır bugün Türkiye'de. Yapılan haksızlara karşı sadece dindar, dindar olmayan insanlar da rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızların dile getirmek ve tartışmak için Abant'ta toplantı yapıldı. Değişik düşünce ve siyasi çizgilere sahip insanlar bir araya gelip, günlük meselelerini tartıştılar. Bu tür toplantılar ve platformlara çok ihtiyaç var.

* Din ve Devlet İlişkileri Komisyon Başkanı: Prof. Dr. NİYAZİ ÖKTEM (İstanbul Bilgi Üniversitesi.)
Abant toplantılarının özelliği, bilimin kamuyla iletişim kurmasıdır. Değişik politik, felsefi ve inanç eğilimleri içerisindeki bilim ve din adamları, yazarlar, araştırmacılar, medya mensupları ülkemiz için yaşamsal öneme haiz bu konuları üst düzeyde tartışmakta ve hemen yankılara yol açmaktadır. Ne var ki bu tepkiler, bilimsel düzeyde değildir. Daha ziyade şaşkınlık ve kıskançlığın ürünüdür: Nasıl oluyor da İslamcı kesimle Batı düşüncesini benimseyen aydınlar bir araya geliyor? Bir takiyye, menfaat alışverişi mi var? İslamcılar, meşruiyet zemini mi arıyor? Bu adamlar, devleti ele geçirme stratejisi sürecinde, aymazlık içinde olan liberalleri, eski solcuları, ütopist demokratları "kafa-kola mı?" almakta?

Şaşkınlık ve kıskançlık jurnaller, karalamalar ve kışkırtmalarla doruğa ulaşıyor. Oysa demokratik ortam içerisinde karşıt baskı gruplarının, beğenmediği olay ve etkinlikler karşısında alternatif oluşumları gerçekleştirmesi beklenir. Batı toplumlarında hal böyledir. Bizde ise göçebe ve talancı toplum ruhunun kalıntılarının getirdiği psikoz "vurun kahpeye, yok edin vatan hainini" anlayışını doğuruyor. Medya da buna alet oluyor.

2'nci Abant Platformu'na gelirken herkeste bir çekingenlik, bir ürkeklik vardı. Konjonktür, ifade özgürlüğünü, serbestçe bilimsel görüşün ortaya konmasını sanki baskı altına almıştı. Bu nedenle gelmeye söz veren birçok kişi son anda katılmaktan vazgeçti.

Ancak son derece üst düzeyde tartışmalar gerçekleştirildi: Bilimle inanç arasındaki köprüler kurulabilir miydi? Batı ve Türk toplumunda dinin, sosyal yapısı hangi temellere oturmaktaydı? Din-devlet ilişkiler ineydi? Nasıl olmalıydı?

Herkes kendi bilgi ve deneyimlerini aktardı. Kavgalar da çıktı. Değişik birikim ve önyargıların sürtüşmelere yol açması doğaldı. Komisyonlar gece yarılarına kadar çalıştı. Raporlar son derece demokratik bir yöntemle medya önünde tartışıldı. Metinlerden çağdaşlık, hukuk devleti temel hak ve özgürlükler, hümanizm, sevgi, barış, diyalog, hoşgörü, Atatürk ilkeleri, Batı değerleriyle İslami değerlerin, bilimsel veri ve analizlere dayalı hukuksal bakış, demokrasi, özgürlük, özelde tüm boyutları evrensellik çıktı.

Nasıl oluyor da eskiden demokrasiyi, hümanizmayı reddeden İslami kesim, bugün farklı bir görüşü benimsiyor? Bu adamlar yine takiyye mi yapıyor? 15-20 yıl önce bu metnin her satırına itiraz edip "gavurlukla" suçlayan Müslüman riyakârlık mı yapmakta, yoksa samimi bir tutum mu sergilemekte?

Değişime inanmıyorsanız, siz de değişmiyorsunuzdur. İlerleyebilmeniz için değişimlere güven duymamız gerekir. Başlangıçta, zemine uyma psikozuyla değişme gündeme gelebilir. Ancak zamanla, bilimin aydınlığı kötü niyetleri ışığıyla eritir. Bu kez, değişime güven duymayanlar karanlığa mahkum olurlar.

Kendileri karanlıkta kalsa yine neyse. Karanlık güç, entelektüel yaşamı, siyasal yapıyı da karanlıklara iter. Herkes birbirinden korkar, jurnaller başlar. Düşüncenin yerini otorite ve baskı alır.

Otosansür ve çekingenlik
Abant Platformu'nda, Batı'da bile rastlanmayacak derecede ve üst düzeydeki fikirlerin gündeme getirilmesi, esenlik ufukların açılımıdır. Değişik eğilimdeki baskı gruplarının birbirleriyle kavga etmeleri yerine, ortaklaşa bu tür platformlar düzenleyerek uygar tartışma ortamını yaratmaları gerekir.

* Din ve Devlet İlişkeleri Komisyonu üyesi: Doç. Dr. BÜŞRA ERSANLI: (Marmara Üniv. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler)
Genel olarak bu platform her ne gaye taşırsa taşısın, ilahiyatçılarla, diğer sosyal bilimcileri ve basın mensuplarını böyle önemli bir konu üzerine çekerek bir araya getirdiği için olumludur. "Din ve devlet ilişkileri", fertlere ve sivil kurumlara da yansıyan baskıcı bir siyasi kültür geleneğinin izlerini taşıdığından açıkça ele alınması gereken bir konu. Komisyon çalışmalarında, ideolojisi olan otoriter devlet ile, bir hizmet müesesesi olarak devlet anlayışları arasında net bir ayrım yapılmasına rağmen, sonuç bildirisine bu yansımadı. Çünkü tüm platformda otosansür ve çekingenlik ağır basıyordu. Bunun tabii ki genel siyasi atmosfer ile basında da gözlenen resmi söylemle yakından alakası var. Mesela farklı inanaçların adı konmadı, onları öğretme ve yayma özgürlüğü açıkca ifade edilmedi. Yakın bir geçmişe kadar muhalefet sergileyen inanç sahibi kesimlerde de resmi söyleme kayışlar gözleniyor. Buna çok şaşırmamak gerek. Otoriter sağa kayış genel bir eğilim. "Solcu"larla "dinci"lerin çeşitli siyasi toplumsal konulara yaklaşımları, İran Devri ve Polonya Dayanışma Hareketi'nin yükseldiği dönemlerde ilginç yakınlaşmalar yaşamıştı. Dünyayı birlikte takip etmek siyasal yaratıcılık için tayin edicidir bence. Yerel çözümler böyle doğar. Bugünkü farklılaşmaların başka adlar taşıması bir şey değiştirmez. Farklılıkları benimseme ile demokrat olmanın aynı şey olduğu ve hatta geniş anlamda siyasetin de bu olduğu unutulmamalı. Çeşitli ideolojilere göre değişen "asrı saadetlere" referans yapılarak din/devlet ilişkisinin sorunlarına çözüm getirmek çok zor.

Yalnız şunu da ayrıca vurgulamak istiyorum:

Komisyon çalışmalarının yarısından fazlası boyunca tek kadın katılımcı idim. Bu konuda çok saygılı ve demokrat bir ortam gözledim. Bazen muhafazakâr kesim aydınlarının kamu alanında çok daha az cinsiyet ayrımcılığı yaptığını düşünüyorum.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır