kapat

17.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


İntihar...

İnsanoğlunun iç dünyası, anlaşılması henüz mümkün olmayan gizlerle dolu.

Silahını iki kez ateşleyerek gözünü kırpmadan kendini öldürmeye teşebbüs eden Hikmet Uluğbay'ın dramı, yaşamla ilgili cehaletimizi bir kez daha yüzümüze vurdu.

Bize yabancı olanların yaşamları ve ölümleri hakkında görüş belirtmek hepimize kolay gelir. Çünkü yakınlarımızı "duygularımızla yaşamamıza" rağmen, yabancıları yalnız "akıl" süzgecimizden geçirerek mantığımızla değerlendirir ve yargılarız.

Bize göre, Uluğbay'ın bu denli kararlılıkla yaşamına son vermek istemesinin "mantıken" çok önemli bir nedeni yoktur. Onun başarılı ve mutlu bir hayatı, hemen herkesin imrenebileceği bir görevi vardır. Ancak, yoğun IMF görüşmelerinden ve spekülasyon dedikodularından haklı olarak çok bunalmıştır. Erdem timsali Hikmet Bey'in güçlü sorumluluk duygusu, onuru ve vicdanı neredeyse ona intihardan başka seçenek bırakmamıştır. Siyaset sahnesinde pek rastlanmayan bu vasıflarının ve intihar girişiminin diğer siyasetçilere örnek olması gerekmektedir.

Oysa hepimiz biliriz ki, insanın kendi canına kıyması için hiçbir "akılcı" neden yeterli değildir. O zaman intihara meylettiren başka "duygusal" nedenler arar, onun "hassas yapısından" söz eder veya "zayıf bir anında cinnet geçirdiği" hükmüne varırız.

Bir yandan da, "Biz intihara kalkışmadık" diyerek içimizi ferahlatan bir güven duygusunun gizli sevinciyle bu "tedirgin edici" konuyu kafamızdan atmaya çalışırız.

* * *

Bilim, insanoğlunu uzun yıllar "duygu", "davranış" ve "akıl" olarak birbirinden kopuk üç işleve ayırıvermiş. Geçtiğimiz yüzyılda aklın ölçüsü olarak "zeka", davranış farklılıklarını tanımlamak için "karakter", duygu yoğunluğunu tarif etmek için de "hassasiyet" ya da psikolojik tabiriyle "tamperaman" kavramlarını kullanmışız. Bu üç boyutu inceleyen bilimadamları da kendi uzmanlık alanlarının dışında kalan işlevleri genellikle gözardı etmişler.

İnsonoğlu, "aklı" ve "duyguları" birbiriyle çelişen ve ikisinden hangisi galip gelirse davranışları ya da karakteri ona göre biçimlenen basit bir yapıya indirgenmiş. İnsanlar, "duygusal" ya da "mantıklı" olarak ikiye ayrılmış.

Bu arada 20. yüzyıl pozitivizminin "akla", "zekaya" ve "mantığa" tanıdığı üstünlük birebir hayatımıza da yansımış; "duygularıyla hareket edenleri" küçümsemiş, çocuklarınıza "mantıklı" olmayı öğretmeye çalışmış, duygu dünyalarıyla ilgilenmeyi de yalnızca edebiyatçılara, sanatçılara ve psikologlara bırakmışız.

Oysa, hepimiz kendi hayatlarımızdan biliyoruz ki, duygularımızdan etkilenmemiş "mantıklı" kararlarımızın sayısı, mantıksızlığını bile bile aldığımız "duygusal" kararlarımızdan çok daha azdır. Genellikle sonunda hissedeceğimiz mutluluk, üzüntü, suçluluk veya kaygıyı hesaba katmadan "akılcı" bir karar almayız. "Duygusal olarak bizi tedirgin edecek" bir karar aldığımız takdirde, bu kararımızın esas o zaman "bizim için mantıksız" olacağını biliriz çünkü.

* * *

İnsan doğasını inceleyen kimi bilimadamları da, insanlığın gelmişinde "mantığın" değil, duyguların esas olduğunu söylüyorlar. Yaşamını "mantıksal düşünme" ve "akıl yürütme" konularındaki çalışmalara adamış 19. yüzyıl filozofu Charles Peirce bile, insanoğlunun kararlarında rasyonelitenin değil, duyguların belirleyiciliğini vurguluyor:

"İnsanoğlu çoğu kez 'mantığıyla' hareket ettiğini zanneder. Oysa kararlarında öne sürdüğü 'mantıksal gerekçekler', aslında 'egosunun' dalga geçerek sorduğu sorulara 'içgüdülerinin' bulabildiği bahanelerdir. İnsanın kendi kendini kandırması o raddededir ki, aslında felsefi rasyonelite bir kurmacadır... Mantık son çare olarak duygulara başvurur... Ve büyük krizler karşısında içgüdülerden yardım dilenir..."

Son zamanlarda bilim dünyasında insanı, bir duygu, düşünce ve davranış bütünü olarak inceleyen ve bu farklı boyutları beyinsel analizlerle de destekleyen çalışmaların sayısı neyse ki artıyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "kafatasçı" damgasını yememek için uzun süre askıya alınan beyin analizlerinin son teknolojik gelişmelerle de hızlanması, insanı tanımak açısından umut verici.

İnsanoğlunu belli bir çevrede, duygu, düşünce ve davranış bütünlüğü içinde inceleyen bilimadamları, beynin anatomik yapısı, beyin kimyası ve beyin hücrelerinin hareketleriyle, farklı duygular, davranışlar ve düşünme-öğrenme biçimleri arasında önemli paralellikler görmüşler.

Örneğin, Harvard Üniversitesi'nden Kurt Fischer ve ekibinin "içe dönük" davranışlar sergileyen çocuklarla yaptığı yıllar süren bir araştırmada, bu çocukların beyinlerindeki "duygu" merkezlerinden "amigdalanın" "kimyasal tepkimelere çok duyarlı" olduğu gözlenmiş. Üstelik aynı çocukların, çevrenin de katkısıyla, ileriki yaşlarda "normal" hatta "dışa dönük" olanlarının bile "amigdalarındaki" bu fizyolojik hassasiyet aynı kalıyormuş. "İçe dönüklüğü" beyin kimyası ile de ilişkilendiren bu fizyolojik yapı, kalıtımsalmış. Öyle ki, ileriki yaşlarında "normal" ya da "dışa dönük" olanlar bile, olumsuz çevre koşullarına maruz kalırlarsa yine "içe dönük" olabiliyorlarmış.

* * *

Bu çalışmaların artmasıyla insanı belki bir bütün olarak kavrayabilecek ve belki de Hikmet Bey gibi insanların hangi beyinsel yapı ve eğilimlerle, hangi içgüdülerle, hangi ortamlarda, neler düşünerek, nasıl hissederek canlarına kıymaya çalıştıklarını öğrenebileceğiz.

Onun 6 yaşlarındayken çok sevdiği kuzusunun kesilmesinin ardından neden et yemediğini sadece çevresel ve bireysel değil, belki fizyolojik nedenlerle de açıklayabileceğiz.

Beynimizi, duygularımızı, edebiyatı, sanatı ve bilimi de günlük hayatımızın içine yerleştirerek, insanoğlunu tanıma beceriksizliğimizi bir ölçüde giderebileceğiz...

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır