kapat

17.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


"Stratejik" düşünceler...

Çok yakın geçmişe kadar Süleyman Demirel'in Kudüs'te Filistinliler tarafından protesto edildiği kutsal mekânlarında Türk olduğumuz için elle tutulurduk. Özel bir saygıya ve ilgiye muhataptık. İntifada'dan önce de, sonra da. Sadece Türk olduğumuz için...

Hele seksenli yıllarda... Barış umudundan eser bulunmayan yıllardı ama Türkiye'nin temiz bir adı, adeta dokunulmaz bir kimliği vardı.

Türkiye'nin Filistinliler nezdindeki saygınlığı, Osmanlılar'a karşı geçen yüzyılın ortalarından itibaren fitili yakılan Arap milliyetçiliğinden etkilenmiş bazı Arap toplumlarından farklıydı. Türkiye, Filistin'i gönüllü terketmemişti. Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizler'e yenilerek ve savaşın mağlup taraflarından biri olduğu için "Kutsal Topraklar"dan ayrılmıştı. O yüzden, Filistinliler'in bilinçaltında, Türkiye, tepkili oldukları Siyonist hareket ve İngiliz manda yönetiminden önceki dönemi ifade ettiği için, "özel"di ve Kudüs'e ayak basan Türkler'e, kim olurlarsa olsunlar, "imtiyazlı" muamele gösterilirdi.

O sebeple, Demirel'e gösterilen tepkiyi Hamas'a ve birkaç "kendini bilmez"e bağlayıp savuşturmak doğru değildir. Bu, Türkiye'nin son yıllarda yol açtığı bir "imaj sapması"yla yakından ilgilidir.

Türkiye'nin İsrail ile, hele Ortadoğu Barış Süreci'nin yeni ikliminde ve hele hele Arafat-Rabin barışmasıyla simgelenen büyük uzlaşma arayışı çağında, yakın ilişkiler kurması ve geliştirmesinin hiçbir yanlış tarafı yoktur.

Yanlış, Türkiye'nin yakın ilişkinin biçimine ve sunuluşuna ilişkin. Endazenin topuzu kaçırıldı. Nitekim, Ezer Weizman, Demirel'e aramızdaki ilişkiyi "'Love Affair'(Aşk İlişkisi) diye ifade edebilir miyim" diye soruyor; Demirel de gülümseyerek onay veriyor. Bu "aşk ilişkisi", Ehud Barak'ın seçilmesiyle ve bölgede barış umutlarının canlanmasıyla başlamış olsa neyse. Söz konusu, "aşk ilişkisi", Amerikalılar'ın bile tepesini attıran Netanyahu döneminde en "ateşli" halini almıştı. Ve, bunun sonucunda, Netanyahu, zımnen, "Araplar'ın canı cehenneme, benim Türkiyem var" tarzı bir zihniyetin sonucu olan bir "bölge dengesi"ni öngören bir politika izledi.

Bölgede sadece İsrail yaşamıyor. Ortadoğu'ya daha geniş perspektifte bakmayan bir politik tavrın, maliyeti zamanla çıkar. Bu yüzden, bizim yetkililerin -İsrail basınındaki haberlere göre- "İsrail'in Suriye ile barış yapması bizim çok işimize gelir. Hatta ilerde Suriye ve Irak'ı da aramıza dahil eder, dörtlü ittifaklar bile kurabiliriz" diye konuşmaları, cehaletten kaynaklanmıyorsa boş hayallerin dile gelişinden başka birşey değildir.

İşin en ironik tarafı, Türkiye'nin Araplar nezdinde itibarını yeniden toparlayabilmesi için İsrail'e ihtiyacı olacak. İsrail'in şu vâdede Araplar nezdindeki "kredisi" Türkiye'den daha güçlü.

Böylece, Türkiye, bölgede inisyatifi İsrail'e teslim etmek zorunda. Türkiye'nin bazı bakımlardan güçlü bir ülke olduğu ve bölge gücü gibi algılanacağı doğru ama bu bir "imparatorluk mirasçısı olmanın gücü"nden ziyade irikıyım ve belinde saldırması, yakası bağrı açık dolaşan mahallenin efesinin gücünü hatırlatan bir güç.

Bu noktada da bir "ironi" var. Türkiye'nin İsrail ile oluşturduğu "eksen", esas olarak "güvenlik doktrini"nden kaynaklanıyordu. Gerçekten de çevresinde caydırıcı bir güce sahipti. Ama eğer Arap-İsrail (özellikle Suriye) konusunda mesafe alınırsa, "eksen" eski halinde kalamayacak. "Eksen"de İsrail ağırlığı ister istemez artacak. Eşit ağırlıkla dengelenmemiş bir tahteravalli düşünün; İsrail, tahteravallinin yere değen ucunda, Türkiye ise havaya kalkan ucunda oturuyor gibi bir manzara.

Hele birçoklarının (haklı olarak) arzuladıkları İran'daki baskı rejimi liberalleşir, İran "derin devleti" çökerse, o zaman "stratejik hesaplar" hepten karışacak. Amerikan-İran ilişkilerinin normalleşmesiyle, Türkiye'nin "enerji koridoru" olması rüyaları bile suya düşebilir.

Tarihin dinamikleri, Türkiye'ye ille de rotayı Avrupa'ya çevirmesini zorluyor. Neredeyse 1000 yıldır da öyleydi zaten...

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır