Medyaya yansıdığı kadarıyla olay şöyle: Bir TV programında, Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen hükümetin sanatla politikasını eleştiriyor.
Bunu üzerine piyanist Süher Pekinel şöyle diyor: "İnanmayacaksınız ama Başbakanın küçük kızı hem keman çalıyor, hem de şan söylüyor. Çok enteresan... Amerika 'dayken koroda söylemiş. Klasik şan dersi alıyor."
Bunun üzerine programın diğer konuklarından Mehmet Ali Birand çok şaşırıyor ve "Ne diyorsun? Allah, Allah, ben hiç bilmiyordum. Gözümde birdenbire değişiverdi kız. Yani bizim gözümüzdeki imajı, hani muhafazakâr, hiç böyle işlerle uğraşmayan, hanım hanımcık falan..." diyor.
Konumuz ne Sümeyye Erdoğan 'ın ABD Indiana Üniversitesi'nde tarih okuması, ne de keman ve şan dersleri alıp koroda söylemesi.
Burada üzerinde durulması gereken nokta buna şaşırılması, "Gözümde birden değişiverdi kız" denmesi.
Nasıl oldu da 'biz' bu hale geldik? Niye dindar bir kızın Batı müziğini icra etmesi 'bizi' şaşırtıyor?
Türkiye'nin en önemli koleksiyoncularından
Mert Sandalcı ile
Denizler Kitapevi 'ndeki mini mezatta karşılaştığımızda elinde kalın bir albüm vardı.
Bize göstermek için getirmiş.
Albümün içinde, bazısı müzayedelerden
1.000 (bin) euroya alınmış kartpostallar vardı.
"Bin euroya da kartpostal mı olurmuş" diyeceksiniz. Evet, oluyor işte ve bu fiyat olağan!
Çok nadir bulunan o kartlarda nelerin fotoğrafları vardı, biliyor musunuz?
Sıkı durun:
Batı klasik müziği çalan, nefesli aletlerin ağırlıkta olduğu Osmanlı orkestralarının fotoğrafları.
Siz hiç '
Merzifon Filarmoni Orkestrası ' diye bir müzik topluluğu duydunuz mu hayatınızda?
Duymadınız! Duymadık!
Peki ya '
Elazığ Filarmoni Orkestrası ' desem, ne düşünürsünüz?
Sakın bana, "Canım onlar gayrimüslimlerin orkestralarıydı" demeyin. Mert Sandalcı'nın iğneyle kuyu k azarak biriktirdiği fotoğraflar apaçık gösteriyor:
Manisa,
Tekirdağ,
Kırklareli,
Edirne,
Trabzon,
Giresun ... Bu kentlerde, başında fesi, elinde fagotu, klasik müzik çalan Osmanlı Müslümanları, Türkleri vardı.
28 Şubat (1997) darbesinin organizatörlerinden Cumhurbaşkanı
Demirel,
Beethoven 'in
9 'uncu senfonisini dinleyenler için "İşte çağdaş
Türkiye" demişti.
Halbuki, 'dinlemek' ne kelime, bu toprağın çocukları bu müzikleri bizzat icra ediyordu.
Saray çevresinde ve askeriyede başlayan modernleşme dalgası, yavaş yavaş bütün topluma yayılıyordu: O insanlar camiden çıkıp konsere giderdi.
Ama cumhuriyet bu bağı kopardı: Üsttekiler ile alttakiler arasında, vatandaşlıktan başka
ortak payda kalmadı.
Çünkü alttakiler, Batı kültürünü '
dayatma ' şeklinde öğretmeye çalışan 'çağdaş' üsttekileri, kendilerine örnek almadılar, taklit etmediler.
(
Engin Ardıç bu kopuşun hikâyesini farklı açılardan defalarca yazdı.)
Çok zaman kaybettik ço k!
İş o hale geldi ki dindar bir insanın, hele türbanlı bir genç kızın, Batı müziği çalıp söylemesi, şaşırtır oldu.
'
Sopalı çağdaşlığın ' yerini '
gönüllü modernleşme ' aldıkça kültürel olarak da gelişiyoruz.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 29 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/29//haber,4423A085B76A42738067087D622611BD.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.