kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
24 Nisan 2009, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Dilber'i seven yönetmen

ESİN KÜÇÜKTEPEPINAR
23.04.2009
Dilber'in Sekiz Günü'nde köy yeri hikâyesi akıcı ve yalın bir şekilde anlatılıyor. Filmin sürprizleri ise Nesrin Cavadzade ile Fırat Tanış'ın performansları..
Cemal Şan'ın yönettiği Dilber'in Sekiz Günü, son dönem sinemamızdan çıkan en hoş ve kıymetli sürprizlerden birisi. Hoşluğu, bizim meşhur 'kavuşulamayan yavuklu' temasının ucundan tutarak, yine bildik 'sevgi emektir' şiarıyla ilerleyen köy yeri hikâyesini gayet akıcı ve yalın bir şekilde anlatması. Yönetmenin 'kalp, ruh, akıl' olarak ayırdığı aşk üçlemesinin ikinci ayağı olan film, 'ruh güzelliği' üzerine bir güzelleme de sayılabilir. Lakin filmin esasen süprizi 'manevralarında' gizli. Yani aşk acısıyla geleneksel kurallara baş kaldıran güzelim Dilber aracılığıyla kadın karaktere sevgi ve şevkat gösterirken ortak belleğimizde yer eden 'köy filmleri' kalıplarını da ters yüz ederek yarattığı küçük hoşluklarla insana dair merak uyandırıcı bir öykü anlatıyor. Film, bir cinayet itirafıyla başlıyor, ardından bizi olayların başlangıç noktasına yani köyün yanık aşıkları Dilber ile Ali'nin gizli buluşma noktasındaki hüzünlü ayrılık anına götürüyor. Başını öne eğerek babasının seçtiği kızla evlenmek zorunda kaldığını açıklayan Ali'nin ihanetiyle bu eski köy filmlerinin klasik sahnesinden Dilber'in herkesi şaşırtan isyan sahnesine geçiş mükemmel ayarlanmış. Elinde satırla "Beni niye oğluna gelin almıyon!" diyerek Ali'nin baba evinin kapısına dayanan Dilber'in isyanındaki şiddet ve gözükaralığındaki çocuksu kırılganlığı neredeyse gerçeküstü denecek denli şahane! Elbette Dilber rolündeki Nesrin Cavadzade'nin muhteşem icraatıyla köy yerindeki bu ayıplanası (!) isyanın, koruyup kollanası bir duygu hezeyanı yaratması şaşırtıcı değil. Cemal Şan, genelde türün biçare kadın karakterinin başına gelen ve birer korku öğesi sayılabilecek detayları da tersyüz ediyor. Töre ve aile baskısı, ahıra kapatılma,köye gelen tekinsiz bir yabancıyla başının bağlanması gibi bildik mevzular bu senaryoda tam tersi. Lakin kendini yalnızlaştıran Dilber'in karşısına çıkan ilk adamla evleneceği yemini gibi ailesinin çaresizce itaat ettiği kararlar silsilesi gücü kadına verirken naif ve öfkelice alınmış kararların isabeti üzerine şüpheyi de sürekli koruyarak izleyicinin beklentisini ters köşeye yatırıyor. Kasabadaki okulun topal hademesi Mehmet'in ince uzun köy yolunda ayaklarını süreyerek Dilber'e kısmet olarak geldiği, kan ter içinde soluklanarak etrafa bakış fırlattığı sessiz sahnelerin becerisi ise sinemamızda 'az laf çok meram anlatma' manifestosuna kapak olabilir. Şan, ilerleyen dakikalarla baştaki entrikayı unutturan ve finalde gayet üsturupla bağladığı öyküsünde insana dair meramından ziyade sinemamızda maalesef az rastlandığı üzere kadına sevgi gösteren bir film kotardığı için de ayrıca takdire şayan.