Zeytin öldü.. Benim harika kedim Zeytin öldü.. Evin süsü, neşesi, keyfi Zeytin öldü.. Bizim eve gelip giden
herkesin sevgilisi Zeytin öldü..
Salı öğleden sonra Koç Üniversitesi'ne gençlerle sohbetim var. Gazeteden erken çıktım. Yol üstü eve uğradım, 15 dakika için.. Çıkarken kapıda Mehmet.. "Hıncal Bey Zeytin bahçede hareketsiz yatıyor" dedi.. Koştum.. Ercan donmuş kalmış.. Suratı bembeyaz.. Zeytin yerde.. Başında bahçıvanımız Gürsel.. "Ölmüş Hıncal Bey" dedi..
Kalakaldım öylece..
"Nasıl olur" dedi Ercan.. "Sizi bıraktık.. Arabaya koştu geldi, oynadık birlikte.. 10 dakika önce hiçbir şeyi yoktu.."
10 yaşında falandı ama fevkalade sağlıklıydı.
"Bir araba vurmuş olmalı" dedi Ercan.. Alkent.. Site.. Yerleşim yeri.. Ama o daracık, iki yanı park etmiş arabalarla tek şeride inmiş yolda, kasislere rağmen gaza hem de nasıl basanları biliyorum..
Arabaların arasından bir kedi, bir köpek, bir çocuk fırlayabilir.. Düşünen yok.. Bir canavar ruh var içimizde.. Allahtan Koç'tayım öğleden sonra.. Pırıl pırıl gençler..Öyle şirin, öyle tatlı bir sohbet oldu ki.. Evde olsam, o öğleden sonra zor geçerdi..
Akşam üzeri dönüyorum. Hissettim ki evi kaldırmaya henüz hazır değilim. Ünal'ı aradım.. "Sarıyer üzerinden şehre dönüyorum. Geçerken Ortaköy'den seni alayım, Aşkın'a gidelim" dedim.. Hafta arası Park Hyatt'te 7-9 arası müzik yapıyorlar ya, doyulmaz.. Happy Hours.. Mutlu saatler, bazen hüzne de ilaç oluyor.. Duygu'nun insanın içine akan sesiyle Veysel, Çanakkale, Fever, Sway with me, As time goes bye dinlemek iyi geldi gerçekten..
Gecenin bir vakti kapıyı anahtarla açtım.. Cindy orda bekliyor beni.. Zeytin'in kızı..
Nasıl kıskanırlardı birbirlerini.. Nasıl kendilerini sevdirme yarışı yaparlardı bana ve arkadaşlarıma..
Öğleden sonraları gazete okuma zamanımdır benim.. Divana uzanır, başım ucumdaki desteden gazeteleri birer birer alırım.. Okuduğum sürece, ne Zeytin vardır ortada, ne Cindy.. Katiyen rahatsız etmezler.. Okumam biter bitmez, elimdeki sonuncu gazeteyi de bırakır bırakmaz, hangisi önce davranırsa fırlar gelir, göğsümün üzerine uzanır, gözlerimin içine bakar "Hadi şimdi başımı kaşı bakalım" der gibi.. Öteki sırasını bekler, salonun bir yerinde uzanmış, gözlerini bize dikmiş.. Göğsüm boşaldığı anda gelip uzanmak, kendini sevdirmek için..
Bahçeyi, dolaşmayı da çok severlerdi. Akşamüzeri çıkarken, onlar da bahçeye çıkarlardı genelde.. Sonra apartmanın önünde beni beklerlerdi, ikisi birden.. Arabanın sesini uzaktan tanır, koşarlardı karşılamaya.. Eve beraber girerdik.. Doğru mama tabaklarına koşarlardı.. Olur da, yatmadan önceki mamalarını vermeyi unutursam..
Ve de birbirlerinin tabağına, mamasına açlıktan ölseler dokunmazlar, asla kavga etmezlerdi.. Hayır, onları eğitmek için hiçbir şey yapmadım.. Hiç kimse yapmadı.. Nasıl bu kadar terbiyeli oldular bilemem..
Keşke olmasalardı.. Keşke hiç olmasalardı demek geliyor içimden..
Evimizdeki ilk canlılar Çaldıran'daki köpeklerimiz Karabaş ve Kocabaş'tı.. Ata biner gibi üzerlerine biner, kulaklarına yapışıp dengede dururduk ağbimle.. Nasıl sevecen davranırlardı bize.. Ama bir yabancı, bize, eve yaklaşmaya teşebbüs etmesin.. İki canavar olurdu ikisi de.. Bir gece açlıktan köyü basan kurtlarla boğuşmuşlar. Sabah ikisi de yara bere içindeydi. Askeriyenin veterineri muayene etti.. Hem onları, hem öldürdükleri kurtları.. Kuduz!.. Karabaş'la Kocabaş'ı alıp gittiler.. Bir daha görmedik.. Evde nasıl bir yas..
Van'dan çıktıktan sonra bir daha köpeğimiz olmadı.. Sonunda bir kedi aldık.. Yumak.. Yumak oldu yeni sevgilimiz.. İnce uzun, bol tüylü harika bir kediydi Yumak.. Hele soğuk kış gecelerinde, ağabeyimle paylaşamazdık. Kalorifersiz evde, yatak odası ve yatak buz gibi olur.. Yumak bir sıcak su torbası gibiydi. Sarılıp yattık mı, çok çabuk ısınırdık.. Uzun yaşadı Yumak.. Evin çocuğuydu sanki.. Ama kedinin yaşı o kadar.. Ölümüne ağladık, ağladık, ağladık.. Bu ağlamalar kim bilir kaç gün sürmüş olmalı ki, bir akşam eve gelen babam ağbimle beni gene yas içinde görünce bağırdı..
"Yahu bir ay önce anam öldü, ona bu kadar ağlamadınız.. Kendinize gelin artık.."
Hayvan sevgisini bilen bilir.. Anlatmama gerek yok.. Onun insan hayatına kattığı keyfi, lezzeti, mutluluğu.. Öyle olunca, kaybın acısı da büyük oluyor.. Sevginin bedeli ağır.. Bir daha evde kimse, kedi, ya da köpek istemedi.. O üzüntüyü bir daha yaşamak istemiyorduk..
Yıllar geçti aradan.. Holly girdi hayatıma.. "İlle de bir köpek" diyordu.. "Olmaz" diye dayatıyordum..
"Siz Türkler hayvanları sevmiyorsunuz" dedi bir gün.. "Bir defa genelleme yapma.. İkincisi, benim sevmediğimi de düşünme.. Belki çok yanılıyorsundur.."
Sonunda bir doğum günümde sürpriz yaptı.. Hediye olarak, yeni doğmuş Cim Bom'u getirdi.. Bir Alman poodle'u.. Geri çeviremezdim.
Aradan yıllar geçti.. Holly ile ayrılma kararı aldık.. Amerika'ya dönecek.. İşsiz güçsüz. İlk günler için paraya ihtiyacı var en azından.. Ama bizde para yok.. İstanbul'dayım telefon etti.. "Evde fazla eşyalar var. Bazılarını satabilir miyim?. Senin 'İlle kalsın' dediğin bir şey var mı" diye..
"İstediğin her şeyi sat, istediklerini de yanında götür, yolla.. Sadece Cim Bom kalacak" dedim..
O zaman anladı nihayet evde neden kedi, ya da köpek istemediğimi..
Cim Bom'un ölümü "Bu sonuncu hayvanım" kararımı pekiştirdi.. Öyle derin bir yas yaşattı bize Cim Bom, verdiği mutlulukların bedeli..
Büyük lokma ye, büyük laf etme..
O zaman Tele Pazar günleri.. İzmir'den İstanbul'a okumaya gelmiş bir genç sunucumuz var.. Nehir Erdoğan.. Bir gün elinde, yan cebime sığacak bir minicik kedi ile geldi.. Arkadaşlarıyla Zeytinburnu'nda dolaşırken sokakta bulmuş yeni doğmuş bebeği.. Acımış almış. Ama yurtta kalıyor, beslemesine imkan yok..
"Burada bahçe var, yaşar gider" dedi.. Öyle de şirin dedi ki, "Hayır" diyemedim.. Zeytinburnu'nda bulundu ya, adını Zeytin koydum..
Zeytin eve yerleşti ve evin sevgilisi oldu anında.. Ertesi yazın başı.. Nehir bir kafede doğum gününü kutluyor.. Beni de davet etmiş.. Gittim.. Kutladım, ama fazla kalmadım.. Çıktım eve döndüm ki, bahçede şenlik var.. Zeytin salıncaklı koltuğun üzerinde doğuruyor.. Üç tane..
Nehir'i aradım cebinden.. Kafede şenlik devam ediyor. Sesimi güç duyurdum gürültüden.. "Zeytin'in de sana doğum günü hediyesi var" dedim.. "Üç tane torunun oldu.."
Onlar da bana kaldı tabii.. Biri sarışın erkek.. Kevin dedik, Kevin Kostner'den.. Biri kız.. Dudağının üzerinde siyah leke var, beyaz tüylerin üzerinde.. Cindy.. Öteki koç gibi bir erkek.. Zoro oldu onun da adı..
Kevin'i bizim üst katta Japonlar oturuyor, onların da küçük bir kızları.. Kız çok sevdi, oynuyor sık sık, bahçede.. Bizden de izin aldılar "Ara sıra yukarı alabilir miyiz" diye.. "Olur" dedim..
Sonra bir gün Japonlar taşındı.. Kevin de yok oldu, ayni gün..
Zoro, kendisini Alkent sitesindeki sürüyle dişi kedinin kocası ilan ve evi terk etti.. Yıllardan beri canı isteyince uğruyor, birkaç saat, çok keyifli ise birkaç gün geçiriyor evde, sonra gene sokaklara bahçelere.. Gidip gelirken yolda rastlaşıp selamlaşıyoruz..
Zeytin'le Cindy ise, evin vazgeçilmez kızları..
Kızlarıydılar..
Zeytin şimdi yok!..
Sabah kalkınca yatak odamın kapısında Cindy'yi buldum beklerken.. Beni aldı mama odasına götürdü, her sabah yaptıkları gibi..
Zeytin'in tabağı dolu duruyordu orda.. Cindy bana baktı.. Tabağına mama koydum.. Ağır ağır yürüdü, başını eğdi, yemeye başladı..
Zeytin'in dolu tabağına baktım.. Kapıyı çektim, çıktım!..
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 27 Mart 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/27//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.