Giriş Saati : 15.03.2009 11:20 Güncelleme : 15.03.2009 17:49
Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) Güneydoğu Anadolu Bölge Müdürü Mustafa Balaban, içinde bulunulan süreçte küresel ekonomik krizin tüm ekonomik aktörleri ve özellikle de tüketici haklarını ciddi biçimde tehdit ettiğini bildirdi.
Balaban, yaptığı açıklamada, insanoğlunun taş devrinden günümüze uzanan süreçte kendini; tekerlekten uçağa, mağaradan villaya, süslemekten sanata kaçınılmaz bir tüketim süreci içerisinde bulduğunu belirtti.
Tüketimin tüm canlılar için "yaşam" demek olduğu kadar; insanoğlu için aynı zamanda eğlenceden dinlenceye çeşitli sosyo-kültürel çeşitlilikleri de kapsayan bir "varoluş stili" olduğunu kaydeden Balaban, "Diğer yandan insanların doğuştan tüketici olmaktan kaynaklanan evrensel hakları vardır. Bu çerçevede 15 Mart günü tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önde gelen tüketici sorunlarının dile getirildiği 'Dünya Tüketici Hakları Günü' olarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. İçinde bulunduğumuz süreçte ise Küresel Ekonomik krizin tüm ekonomik aktörleri ve özellikle de tüketici haklarını ciddi bir biçimde tehdidi söz konusudur" dedi.
Tüketimin; ürünlerin ve hizmetlerin mevcut taleple belli bir pazarda birleşmesi sonucu ortaya çıkan bir olgu olduğunu ifade eden Balaban, şunları söyledi: "Tüketici ise geniş anlamıyla; tatmin edilecek gereksinimi, harcayacak parası ve harcama isteği olan tüm kişi, kurum ve kuruluşlardır. Tüketicinin mal ve hizmet talebindeki davranışları, geniş halk kesimlerinin mal ve hizmetleri tüketebilecek durumda olmaları, bir ekonomi için ilk koşuldur.
Öte yandan o meşhur söylemiyle ekonomide, gereksinimler sonsuz, kaynaklar ise kısıtlıdır. Kısaca; insanın refahı için tüketim ve üretim etkinliklerini inceleyen ekonominin başarısı özellikle de kriz ortamlarında daha da kısıtlanan kaynakların ne kadar akılcı, etkin, verimli kullanabildiğiyle yakından ilgilidir. Ekonomik etkinliklerin nihai amacı da insanın refahını sağlamaktır ki, bu doğal olarak refahın adil dağılımını da kapsar. Diğer yandan ekonominin üretim performansı, öncelikle o ülkedeki geniş halk gruplarının tüketebilecek potansiyelde olup yeterli talebi oluşturabilmelerine bağlıdır. Bu anlamda ne kadar çok insanın geliri ekonomik anlamda tüketebilecek duruma getirilebilirse, ekonominin performansı da o derecede artacaktır."
Balaban, genelde Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun kısaca, "Yetersiz gelir ve yetersiz birikimden kaynaklanan yoksulluk çemberini kıramamaktan" kaynaklanmakta olduğuna dikkat çekerek, şöyle devam etti: "Bu çerçevede gelişmekte olan ülkelerin çok kıt olan kaynaklarını en etkin ve verimli bir şekilde kullanmaları, içinde bulundukları kısır döngünün kırılması açısından önem arz etmektedir. Kriz dönemlerinin en önemli özelliği ise ekonomide talebin azalması ve üretimin kısılmasıyla ortaya çıkan durgunluktur. Bu ise; kaynakların iyice daralması ve istihdamın azalmasıyla gelir dağılımını iyice bozmakta ve yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Diğer yandan içinde bulunduğumuz krizin küresel boyutunun iç pazarı olduğu kadar dış pazarı da daraltması karşısında rekabet şansını zorlamak için firmaların verimliliklerini artırmaları ve yenileşime (inovasyon) yönelmeleri gerekecektir. Yine; Verimlilik politikasının, kaynakların etken kullanımını konu etmenin yanı sıra etken dağılımını araştırdığı; 1929 ve 1989 krizlerinin, geniş halk kitlelerinin tüketebilecek hale getirilmeden gerçekleştirilecek olan bir üretim ya da verimlilik artışlarının yeni durgunlukları beslediğini gösterdiği unutulmamalıdır. Dünya Bankası'nın bir raporuna göre krize çözüm için, talebi desteklemek, sosyal güvenlik ağını genişletmek ve kriz süresince yoksullar, savunmasız gruplara sosyal koruma önerilmektedir."
YERLİ MALI KULLANIMI ÖZENDİRİLMELİ
Kriz nedeniyle iç ve dış kaynak kullanımı şansının iyice daralmasının yurt kaynaklarının etkin kullanımını daha da gerekli hale getireceğine dile getiren Balaban, sözlerini şöyle tamamladı:
"Dolayısıyla bu durum 'Yerli Üretim' ve 'Yerli Malı Kullanımı' teşvikini de gündeme getirmektedir. Sanayideki kapasitenin yaklaşık yüzde 40'nı kullanamadığımız göz önüne alındığında içinde bulunduğumuz kısır döngüyü kırmanın üretimde talep yetersizliğiyle ortaya çıkan atıl kapasiteyi kullanabilmekle olası olduğu değerlendirilmelidir. Böylece, ilk etapta var olan üretim olanaklarından yararlanarak bunların etkin kullanımı gerçekleştirilecektir. Dolayısıyla bu noktada geniş halk kitlelerinin efektif talebi oluşturabilmelerini sağlayacak politikaları ve gelir dağılımını gerçekleştirebilmek büyük önem taşımaktadır. Başta temel gereksinimlerin karşılanması olmak üzere tüketici haklarının korunmasının da ancak verimli bir ekonomi ile gerçekleşebileceği gözden kaçırılmamalıdır. Sonuç olarak; krizler olağan üstü dönemlerdir. Dolayısıyla krizlerden çıkmak da olağanın dışındaki önlemleri gerektirebilir. Bu, tıpkı kapitalizmin beşiği ABD'de olduğu gibi tüketime dönük özel teşvikler, yerli malı kullanımı, zordaki bankaların millileştirilmesi, zor durumdaki otomotiv sanayinin kurtarılması gibi serbest pazara müdahale şeklinde de olabilmektedir. Dolayısıyla, öncelikle atıl kapasiteyi değerlendirebilmek için talebin önünü açacak önlemleri ivedilikle almak gerektiği düşünülmelidir. Bu ekonomiyi yeniden filizlendirecek bir can suyu etkisi oluşturabilecektir. Sivil organizasyonlar eliyle tüketici haklarını ve kaliteyi garanti eden bir uygulama ile 'Yerli Malı Kullanımı' özendirilmelidir."