Cuma akşamı sekizde eve gidip
televizyon karşısındaki koltuğa yerleşip, battaniyenin altına giriş o giriş. Bir daha ne zaman çıkarım bilemem! Birkaç gün önceden böyle olacağı belli halbuki. Git serumu taktır koluna, çık güle oynaya değil mi? Yok! İlle de her şeyi alt edebilirsin, her şeyle baş edebilirsin sanıyorsun... Halbuki nedir? Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir; kaç gündür debeleniyorsun, çalışamıyorsun, dayak yemiş gibisin, yataktan bile kalkamamışsın, pazar röportajını bile iptal etmişsin, hapşırıp duruyorsun, yatak döşek yatacaksın belli ki, boşuna inat işte! Koca bir hafta beklemişsin, tek izin günün var, plan yapmalara doyamamışsın, gel gör ki gözünü bile açamıyorsun... Off ki ne of! Sehpanın üzeri bardak dolu. Ballı-papatyalı çaylar, suda eriyen vitaminler, meyve suyu, sıcak süt... Bana mısın demiyor meret. Silinmekten tahriş olmuş, artık silinemeyen bir burun; ama şıp şıp damlamaya devam! Artık burundan akmak da kesmiyor mereti, gözüm akıyor bu sefer. Yanı başımda gözüm için ayrı mendil, burnum için ayrı. Bir saatten sonra mendil yetmiyor, bitti; tuvalet kağıdı ruloları baş ucumda. Allah'tan en yumuşağından seçmişim! Yerler mendil dolu. Bir aksırık, tıksırık, hapşırık ki sormayın! İki gün yatıyorum madem, fırsat bu fırsat gazete-kitap falan diyorsun; namümkün! Ancak tek gözümü açıp ara sıra televizyona bakabiliyorum. İzleyecek şey de yok. Film falan izleyecek konsantrasyon ise sıfır! Haberlerde sürekli sarı ceketli bir Hillary Clinton. Gözümü açamayabilirim ama bu ayrıntıyı asla atlamıyorum! Erdoğan'la yemekte o sarı ceket, Ali Babacan'la görüşmede o sarı ceket, Anıtkabir'de yine o sarı ceket, Mehmet Ali Birand konuk etmiş, aynı sarı ceket. Saat sekiz; Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, NTV'de 'Haydi Gel Bizimle Ol'un özel programında. Yine o sarı ceket! Nedir bu? Şaka mı yoksa ateş başıma mı vurdu? Eski dışişleri bakanı Condoleezza Rice böyle miydi halbuki? Dilber Hala'nın deyimiyle dipçik gibi, taş gibi bir kadındı. Diz hizasında eteklerini giyer, bacak bacak üstüne atar, bir dişi olduğunu saklama ihtiyacı duymazdı hiç. Ama Hillary Clinton o itici sarı ceketi ve pantolonu, yorgun yüzü, beyazları çıkmış saçları ile tam bir hayal kırıklığıydı. Sorular iyiydi ama her biri ikişer soru sorabildi. Kendilerine verilen süre bu kadardı muhakkak ancak kesilmiş gibiydi program. Çiğdem Anad bir gazeteci olarak politik ve yerinde sorular sordu, moderatörlüğü de gayet başarılıydı. Müjde Ar kendisinden bekleneni yaparak 'aldatılma'nın üstesinden nasıl gelebildiğini anlatmasını istedi. Cevap tabii ki 'aşk'tı! Pınar Kür, kadın hakları savunuculuğu yaptı... Aysun Kayacı gereksiz bir şekilde İngilizce konuşabildiğini göstermek istedi. Soru sırası kendisine geldiğinde, tekrar bir 'merhaba' konuşması yaptı İngilizce, sonra da "Soruma Türkçe devam edeceğim" dedi. Ne gerek vardı; herkes anlayabilsin diye anında çeviri yapılıyordu zaten. O zaman sorunu da İngilizce sorsaydın madem. Çok başım ağrıyor, burnum akıyor, gözüm açılmıyor, benden bu kadar...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 9 Mart 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/09/gny/haber,223FCC3A79D7427FA8E455E5EB1AFDF8.html
Tüm hakları saklıdır.