Medya karmakarışık gündemi topluma taşıdığı ölçüde, haber verme biçimleri, tercihleri de tartışmaya açılıyor. Çarpıtılan tartışmada esastan uzaklaşılıyor, mesleğin özü gözden kaçıyor.
Kaçış yok.
Türkiye'nin gündemi giderek daha karmaşık bir hal aldığı ölçüde,
medya daha sert biçimde eleştiriliyor. Çünkü, geçmiş ve bugün gösteriyor ki, yaşanan sancılı süreçte kilit rol medyada.
Ortalığı sarsan her yeni gelişmede,
tüm yollar dönüp dolaşıp medyaya çıkıyor.
Biz işimizi iyi yapsak da çıkacak, kötü yapsak da.
Ama
iyi yapmakla ile
kötü yapmak arasında bir fark var.
İyi yaparsak, bu toplum demokrasi ferahlığına sonunda ulaşacak.
Kötü yaparsak, halkı içine kapatan kara fanus öylece, olduğu gibi kalacak.
Bir "yandaş medya" teranesidir sürüp gidiyor.
Bu kavramı suçlama, damgalama amacıyla kullananların kendilerini nereye, neye, kime göre konumlandırdıkları aynı ölçüde önemli bir tartışma konusu.
Medyada
yandaşlığın binbir türlüsünün geçerli olduğu bir ülkede böyle bir kavram, "biz işimizi onurla, gururla, cesaretle yapıyor muyuz?" sorusunu gölgelemeye yarıyor.
Mesele, gazeteciliği
iyi yapıp yapmamakta kilitlenir.
Ne haberdir, ne değil?
Halkın neyi bilmesi gerekir?
Mesleki dürüstlüğün, onurun kriterleri nelerdir?
Esas tartışmamız gereken budur ve bu köşede "esasa davet" daima olacaktır.
Şimdi hafta içinde, medyayı merkeze oturtan tartışmalara ve gelişmelere şöyle bir bakalım. Her zaman olduğu gibi
SABAH'ın habercilik icraatı ile ilgili okur meraklarını da mercekten süzerek...
Başbakan, "yalan haber" veren medyaya karşı "sivil eylem" olarak "boykot" çağrılarını tekrarladı.
Ana muhalefet partisi lideri, cevaben, medyanın üçte ikisinin iktidar kontrolünde olduğunu öne sürerek basının
baskı altında oluşundan yakındı.
Bir gazete, Başbakan'ın oğlunun bazı şirketlerde hissedar olduğunu, peşpeşe iki haberle duyurdu. (Bu bilgiler yalanlanmadı, ama siyasi otoritenin boykot çağrısı hemen ardından geldi.)
Bir başka gazete, ülkenin önde gelen medya gruplarından birinin ve güçlü başka medya dışı şirketlerinin de sahibi olan, ketumluğuyla tanınan bir işadamının, 2003 yılında, dönemin
Jandarma istihbaratından biri general öteki albay rütbesindeki iki yetkilisiyle yaptığı "gizli" nitelikli, dehşetengiz görüşmesinin dökümlerini yayınladı.
Görüşme, adeta sorgulanan bir işadamının "komutanım" diye hitap ettiği askerlere "yardım" için teşekkürlerini, onların beklentisine uygun "yayın politikası" güvencelerini, "arayın" dediği telefon numaralarını ve telekomünikasyon şirketiyle ilgili "iyi işbirliği"nin sürmekte olduğu bilgilerini içeriyordu. İşadamı ve medya grubu bu habere sessiz kaldı.
Bir dergi, 1996'da Şırnak'ın
Güçlükonak ilçesinde 11 köylünün kurşunlanıp yakılarak öldürülmesi ile ilgili olarak, dönemin bir bakanının dehşetengiz açıklamalarını yayınladı.
Bir başka gazete, bazı generallerin bir ve ikinci derece yakınlarının, askerlikten muafiyet sağlayan "çürük raporu" aldıklarını, isimler vererek peşpeşe iki gün yazdı.
Bunlara,
Ergenekon davasında tahliye edilmiş eski kuvvet komutanı bir sanığın eşinin, davaya bakan mahkemeleri "bizden" veya "değil" diye tasnif eden sözlerini içeren gizli kayıtlar ile emekli orgeneral bir diğer sanığın tahliye kararı ile ilgili haberler eklendi.
Ve, yine aynı davanın tutuklu sanıklarından, bir özel harekat "amiri"nin savcıya verdiği ifadenin bir başka gazete tarafından yayınlanan dökümü, sersemletici yoğunluktaki gündeme bir ateş topu gibi düştü. İfade, sanıkla Genelkurmay Başkanı ve üst düzey bir diğer Genelkurmay görevlisi general arasında istihdam amaçlı bir bağ kurmaktaydı.
Genelkurmay haberi uzun ve sert bir açıklamayla yalanladı, medyanın bir kesimini eleştirdi, habercilikte "gizlilik" kuralının ihlal edilip edilmediğini sorguladı.
Hemen ardından, haberi veren gazetenin Genelkurmay akreditasyonunun askıya alındığı açıklaması geldi.
Medya tartışmaları, işte bu haberlerin şekillendirdiği zeminde alev alev sürüyor.
Bana öyle geliyor ki, alevler daha da büyüyecek.
Büyüdükçe, mesleki "iç sorgulama" da büyümek zorunda.
Tabii bu mesleğe yıllar önce
kaybolmuş itibarını iade etmek istiyorsak.
O durumda okura, izleyiciye karşı gerçekleri olduğu gibi anlatma, gelişmeleri anlaşılır hale getirme sorumluluğu da acil bir mesele olarak önümüze çıkacak.
Halk daima şu soruyu sorar: "Gerçek nedir? Siz bana gerçeği anlatın, binbir yüzüyle gerçeği. Gerçeği benden sakınmayın. Ben onu bileyim ki, kararlarım, duruşum, bakışım doğru olsun."
Gerçek, özgürleştirir. Gerçeğe sadık kaldığınız, doğruları ayrımcılık gütmeden kovaladığınız ölçüde, korkmadan halka haber olarak sunduğunuz ölçüde yandaşlık sayıklamalarından uzaklaşırsınız. Yukarıda sıraladığım, her biri bir ülkeyi aylarca sarsmaya bedel gelişmelerin her biri, bomba gibi haber değeri taşıyordu.
Başbakanın oğlunun iş bağlantıları "nüfuz" ve "saydamlık" kaygıları nedeniyle, iş adamı asker görüşme kayıtları "medya kirliliği ve rezilliği"ni ifşa etmesi nedeniyle, general eşinin kayda giren sözleri ile emekli orgeneralin tahliye kararı "yargıda yandaşlık" kuşkularını gündeme taşıması nedeniyle, Özel Harekât amirinin ifadeleri "acaba bazı güç odakları mevcut askeri komuta kademesine karşı dezenformasyon mu yürütüyor?" sorusuna geçerlilik kazandırması nedeniyle, bakanın beyanatı kapkaranlık bir dönemde siyasilerin vahşet karşısında aczini, "örtbas edişi" anlatması nedeniyle, haberlerde ön sayfalara girmeye adaydılar.
Aday olarak kaldılar.
Esas işlevi, varoluş nedeni demokrasi kriterleri ve "bağımsızlık" şiarı üzerinden "halkın bilme ihtiyacının" karşılanması olan gazeteler, bu haberlerin bir kısmını ya görmedi ya da çarpıtarak, eksik verdi.
Bu, bile bile yapıldı.
Her zaman olduğu gibi.
Oysa haber eğer "haber" ise, en azından onu ortaya atana atıfta bulunarak bu haberleri işlemek, bırakın mümkün olmayı,
asgari bir meslek gereğidir.
İşadamının jandarma istihbarat yetkilileriyle görüşmesinin yer bulmaması geçen hafta,
SABAH'ın eksiklikleri arasında yer alacaktır. (Neyse ki, bilgiler bir köşe yazısına, Umur Talu'nun ağına takıldı da, okur o Karamehmet-Jandarma göüşmesinin "mana ve ehemmiyeti"ne kısmen de olsa o sayede vakıf olabildi.)
Başbakanın oğlunun iş bağlantılarıyla ilgili haberlerin veriliş biçimi de
SABAH okurlarının beklentilerine, gazetenin gelenekel kriterlerine uymadı. Geçen pazar günü verilen haberler, okurlara "ne oldu?" sorusunun cevabını anlaşılır bir dille vermek yerine, haberlerde adı geçen iş ortağının açıklamalarını sunuyordu sadece. Haber çerçevesi tatmin edici değildi:
Çünkü
SABAH okuru "aslında ne oldu?"yu, açılan tartışmayı anlayamadı.
Etik ve şeffaflık boyutu havada kaldı.
Buna karşılık
Güçlükonak katliamı, tahliye edilmiş orgeneral eşinin sözleri ve diğer emekli orgeneralin serbest bırakılmasına ilişkin haberlerin "hakkı" gazete tarafından verildi.
Saydığım diğer haberlerin verilmemesi de "icraat eksikliği" midir?
Bence evet.
Altın kuralı tekrar ederek noktalayalım: "Yandaşlık" suçlamasını bertaraf etmenin, "hiç değilse siz dürüstsünüz" imajını kazanmanın-korumanın tek geçerli yolu, haberlere hak ettiği özeni, yeri vererek; onlara ayrım gözetmeden adil muamele yaparak, bilinmesi gereken her gerçeği okura sunarak, mesleğe sadakati esas alarak, işimizi iyi yapmaktır.
Basın olarak bunu yapmıyoruz, yapamıyoruz.
Yapmadığımız sürece, bu ülkenin savrulup yalpalaması kimseyi şaşırtmasın.
Onun için saptırıcı tartışmaları bırakın, esasa bakın.
Kim bu işi iyi yapıyor? Esas, işte o soruya cevapta gizli.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 16 Şubat 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/16//baydar.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.