kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
3 Ocak 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Cercis Murat Konağı'nın İstanbul şubesi ferah ve şık.

Mardin'in en ünlü restoranı İstanbul'da

Beniz Erbil
27.11.2008
Farklı kültürlerin oluşturduğu Mardin mutfağının en ünlü restoranı Cercis Murat Konağı, ilk kez Bostancı'da bir şube açtı. Bu şubede, Mardin'den gelen usta hanımlar aşçı olunca, lezzetler de Mardin'dekileri aratmamış...
Geçen hafta yurtdışından konuklarım vardı. Onlarla Pera Müzesi'ndeki 'Doğu'nun Cazibesi' resim sergisine gittik, Batılı ressamların 18.
yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına dek Doğu'da, dönemin Osmanlı topraklarında yaşayanları hayal ettikleri biçimde resimledikleri tabloları ilgiyle izledik. Tablolara yansımış görüntüler biraz Hollywood'da çevrilen Alaaddin'in Sihirli Lambası türü hayali Doğu görüntüleriyle bezenmiş filmleri andırmakla birlikte, konuklarımın büyük ilgisini çekti.
Aynı akşam bu atmosferi biraz daha yaşatmayı düşündüm ve birkaç hafta önce Bostancı'da hizmete giren Cercis Murat Konağı'na götürdüm onları. Mardin'e gidenler bilirler, bu kentte en iyi yemek yenebilecek mekân Cercis Murat Konağı'dır.
Tarihi bir konakta, Suriye'ye kadar uzanan Mezopotamya manzarasına karşı yörenin birbirinden nefis yemeklerini burada tadabilirsiniz. Restoranın kurucusu Ebru Baybora Demir'in İstanbul'da bir şube açma düşüncesini duyduğumda, yerinde çok başarılı olmuş birçok mekânın hazin akıbeti aklımdan geçmişti. Üstelik açılacağı yer, daha önce Tavacı Recep'in İstanbul'daki çok geniş ve ambiyansı olmayan ilk restoranıydı.
Ayrıca Mardin'de yerli ustaların elinden çıkan yemekleri İstanbul'da hangi aşçı yapabilecekti? Ama yine de yerel bir mutfak yabancı konuklarım için ilginç olabilirdi. Pazar akşamı, nasıl olsa yer buluruz düşüncesiyle rezervasyon yaptırmadan restoranın yolunu tuttuk.
Kapıdan girdiğimizde, eski mekânı tanımakta zorlandım. Ses yansımasını azaltmak amacıyla tavan ve duvarlar özel malzemelerle izole edilmiş, sade ve şık bir ortam yaratılmıştı. Zorlukla bir masa buldular; anlaşılan restoranın açıldığı henüz medyaya yansımadan, ağızdan ağza tanıtım başarılı olmuştu.
Dağlık kesimle ova arasında yemeklerin önemli farklar gösterdiği bu kentte Türk, Arap, Süryani ve Kürtler mükemmel bir ortak mutfak, Mardin mutfağını yaratmışlar.
Ancak Cercis Murat Konağı Mardin'de yerel mutfağı çok iyi temsil ederken, İstanbul'da acaba aynı başarıyı göstermiş miydi? Bir garson hemen yemek listesini getirdi.
Çeşit sayısını görünce kuşkum büsbütün arttı. Neredeyse kuş sütü eksikti mönüde.
Çoğunun isimlerini yeni duyduğum sayısız yemek sıralanmıştı. Soğuk Mehir Çorbası, Lebeniye, Kişke Çorbası, Közlenmiş Patlıcan Çorbası gibi çorbalarla başlıyor, aç karnına okumanın kan şekerinin daha da düşmesine yol açabilecek kadar çok sayıda yöresel mezelerle devam ediyordu. Mönüyü bir yana bırakıp restorandaki yemekler konusunda çok iyi eğitilmiş garsondan yardım istedik.
Önce ortaya 12 çeşit mezenin yer aldığı kocaman bir bakır tepsi geldi. Tepsinin içine dövülerek açılan birer kepçenin oturabileceği oyuklara, her birinde farklı bir mezenin bulunduğu kepçeler yerleştirilmişti. Görüntüsü, 'Doğu'nun Cazibesi' sergisindeki tablolardan çıkmış gibiydi. Mezeler de olağanüstüydü. Humus ve muhammara ile başlayan, taş kırma zeytin, firik, maş salataları ile devam eden, bello denen yöresel mercimek köftesiyle biten bir lezzetler cümbüşüydü bu.
Ara sıcak olarak Süryanilerin ikbeybet adını verdikleri haşlanmış içli köfte ile bademli kızarmış içli köfte, kapalı lahmacun ve Sembusek ile ayrı bir kepçe içinde Alluciye denen ekşili erik yahnisi, yanında tadımlık miktarda Süryanilerin tarçınlı patlıcanlı mahlepli pilavı geldi.

ANA YEMEKLERDE YOK YOK
Bunları yedikten sonra ana yemeklere geçebilecek gücümüz kalmamıştı. Oysa listede daha neler yoktu ki? Mardin'in Hammis denen sac tavasını mı istersiniz, kuzu gerdandan yapılan, yöredeki adı Hıntiye olan keşkeği mi, ekmekli ova kavurmasını mı, Dobo adı verilen Süryanilerin sarımsaklı but dolması ya da kaburga içinde sarımsaklı yaprak sarmayı mı? Mönüde tek başına iyi bir kebapçıda bulunabilecek bütün kebap çeşitleri de yer alırken, taş fırında yapılan pide çeşitleri bile bir pideciyi ayakta tutmaya yetebilecek zenginlikteydi. Helhel, peynirli ya da fıstıklı Kahiye, hurma tatlısı, fıstıklı domates, tahinli kabak tatlıları da daha okurken insanın ağzını sulandırmaya yetiyordu.
Yemeğin yanında zengin yerli şarap çeşitleri arasından seçim yapılabileceği gibi, Mardin'in yerel üzümlerinden yapılmış ve değme markalı şaraplarla boy ölçüşebilecek ev şarabını kocaman bakır maşrapalarda içmek mümkündü. Yemeğin sonunda sumak şerbetini ve zencefilli limonatayı da tattık.
Ancak bu kadar iyi olabilirlerdi. Hepsinin üstüne Mırra, dibek ya da Türk kahveleri arasından tercih yaptık. Mırra'nın Arap stili ibrikten geleneksel servisini yaşadık.
Ellerimizi yine bir başka ibrikten dökülen gülsuyu ile yıkadık. Ve bu Binbir Gece Masalları'na özgü sofradan dört kişi mükemmel doyup, yerel şarap da dahil 160 lira ödeyerek ayrıldık.
Bu kadar kısa sürede böylesine mükemmel bir yemek ve servisin sırrını ise restorandan ayrılırken öğrendik. Ebru Hanım yöre yemeklerinin ustası yerli hanımları Mardin'den birlikte getirmiş, onlara bir ev tutmuş. Dolayısıyla hepsi çocukluklarından beri gözü kapalı yaptıkları yemekleri ilk günden itibaren burada da uygulamaya koyulmuşlar. Kısacası İstanbul, Cercis Murat Konağı ile çok özel bir restorana kavuşmuş.
Haberin fotoğrafları