kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
28 Aralık 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
EMRE AKÖZ

25 dakikayla kurtulan hayat

Haritaya bakarken dikkatimi çekerdi: Adı " Armutalan " ya da " Armutlu " olan ne çok yerleşim birimi var! Üstelik çok farklı illerde (doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde).
Tuhaf bir durumdu bu. Herhalde hepsinin adı " armut " adlı meyveden gelmiyordu.
Bu kadar farklı coğrafyalardaki köylere ismini verecek kadar çok armut yetişmesi mümkün değildi.
Acaba niyeydi? Düşündüm ama uğraşmadım. Soruyu sorup zihnimin bir kenarına attım. Derken karşıma bir ipucu çıktı.
1915 Tehciri yeniden gündeme gelince, uzun süredir okunmayı bekleyen bir kitabı raftan indirdim.
Ermenilerin Sait Faik'i denilen Hagop Mıntzuri "İstanbul Anıları 1897-1940" adlı kitabında hayatının bir bölümünü hikâye ediyor (Tarih Vakfı Yurt Yayınları).
Hakikaten de Sait Faik gibi yalın bir üsluba sahip olan Hagop Bey eski Beşiktaş'ı, Ortaköy'ü, Üsküdar'ı, Rumelihisarı'nı ve köyünü anlatıyor.
1886'da doğduktan sonra 1897'de İstanbul'a gelen Mintzuri'nin köyü neredeymiş biliyor musunuz? Erzincan 'ın İliç ilçesinde. Köyün adı ise
Armudan ! ('Armıdan' diye de söyleniyor.)
İki bölümden oluşan köyün büyük ve Karabudak çayı üzerinde olanına Armudan-ı Kebir, diğerine ise Armudanı Sagir denirmiş.
Daha sonra, 1915 Tehciri'nin ardından bu köyler, ' Büyük Armutlu ' ve ' Küçük Armutlu ' adlarını almış.
Tabii konuyla ilgilenince derin bir araştırmaya girmeden, sadece internete bakınca bile karşınıza sürüyle bilgi çıkıyor bu konularda.
1886'dan 1978'e, uzun bir hayat süren Mıntzuri'nin 1915 katliamından nasıl kurtulduğunu da anlatayım.
Köyündeyken üşüten Hagop'un bademcikleri şişiyor. Çevresindekiler, "Sabret geçer" diyorlar. Ama o İstanbul'da bir doktorun bademcik ameliyatı yaptığını hatırlıyor.
Eşini ve çocuklarını köyde bırakıp 1914 yazında başkente geliyor. Biraz oyalanıyor. Derken Ermeni arkadaşları, "Memlekete gidiyoruz, hadi sen de gel" diyor.
Hagop doktora koşturuyor. Ameliyat oluyor. Ancak 25 dakikayla gemiyi kaçırıyor.
Bu arada Osmanlı da Birinci Dünya Savaşı'na giriyor. Tahiniye İdaresi (Askeri Fırınlar Yönetimi) Üsküdar'daki bir fırını Selimiye Kışlası'na ekmek vermekle görevlendiriyor.
Fırın işinden anlayan Mıntzuri de orada " ekmekçi asker " olarak görevlendiriliyor. Okuma yazma bilen nadir insanlardan olduğu için fırından sorumlu Yüzbaşı Kazım Bey'in emrinde çalışıyor.
Böylece hayatı kutuluyor.
Kalanını onun ağzından dinleyelim:
"1915 yılı nisan ayında İstanbul'daki Anadolulu Ermenilerin tehciri başladı. Ben zaten askerdim. Mayıs ayında memleketten mektup gelmedi. İki kez cevaplı telgraf çekildi, cevaplanmadı. Üçüncüsünde, 'Burada değiller, bilinmeyen bir yere yollandılar' diye cevaplandı."
Bu durum karşısında şöyle düşünüyor:
"Dedem Melkon 87 yaşındaydı. Arınem (annem) Nanik 55, çocuklarım Nurhan 6, Maranik 4, Arahit 2, Haço 9 aylık, karım Voğıda 29 yaşında. Bunlar nasıl yürüdüler? Dedem Suazeg çeşmesine kadar gidemezdi."
Artık Hagop'un hayatı kendi kendine "Seninkileri aklına getirme, kov aklından! Ne yediler, nerede yattılar? Düşünme!" diye telkin ederek geçecektir.