Çamlıca'ya yolunuz düşerse, tepenin doğasına özgü sanmayın gördüğünüz çimleri... Bilin ki, tepenin en ucundaki yeşillik alan, Bolu'dan getirilen çimenlerle oluşturulmuştur.
Çamlıca Tepesi yalnızca çimenlerin değil, İstanbul'da yaşayan ama kökleri Afrika'da olan insanların öyküsünü de barındırır.
Demirlerin radyo vericileri haline getirilip, Çamlıca'ya küçük birer Eyfel Kulesi şeklinde dikilmesinden yıllar önce, yani kölelerin ayaklarına zincir olarak takıldığı günlerde, binlerce insan görürüz tepeye doğru yürüyen.
Hepsinin ortak özelliği de tenlerinin kara oluşudur. Yol boyunca kopardıkları çiçeklerle taçlar, bileklikler ve kemerler yapmaktadırlar birbirlerine... Yürüyüş tepede sona erdiğinde, konaklarda sahiplerinin izin vermediği köleler, Afrika ezgileri Çamlıca'dan tüm İstanbul'a yayılmaya başladığında, tutamaz gözyaşlarını...
İstanbulluların 'Arapların Düğünü' adını verdikleri buluşmadır Çamlıca'da yaşanılan. Yılda bir kez olmak üzere, sarayın izniyle, mayıs sonu ya da haziran başında Çamlıca Tepesi'nde bir araya gelirdi, halk arasında 'Arap' olarak bilinen Afrikalı köleler...
Kara tenli insanların buluşması Mevlenakapı ile Silivrikapı arasındaki Çırpıcı Çayırı'na taşınır sonradan.
Afrikalılar günü, çayıra adını veren derede boyanan kumaşlar gibi yırtılır, yamaya dönüşür ve kaybolup gider zaman içinde...
Merak etmişimdir hep, bir şiirinde "Şöyle bir fırsat bulup yarım gün / Yan gelebilmek Çamlıca tepesine..." özlemini yansıtan, bir başkasında "İsterim benim de acaip isimleri / Hiç duyulmamış zenci arkadaşlarım olsun..." dileğinde bulunan Orhan Veli, Afrikalıların Çamlıca Tepesi'ne doğru yılda bir kez yaptığı yürüyüşten haberdar mıydı? Ya da bizim bilmediğimiz neleri biliyordu bu konuda? İşte sizlere edebiyatın ve İstanbul'un ortak bir sırrı daha... Ve de, ne gariptir ki, Gültekin Emre, bir şiirinde tüm bunlardan habersiz şu dizelerle selamlar Orhan Veli'yi: "Orhan Veli'yi andık geçenlerde / Zenci türkülerini sever miydi bilmiyorum...''
KUNTA KİNTE'NİN DRAMI İstanbul'a Bizanslılar tarafından Yukarı Nil ve Çad'dan getirilen Afrikalı kölelere, Osmanlı döneminde Habeşistanlılar da katılır. Yalnızca Afrikalılar değil, akıncıların ellerinden kaçamayan beyaz tenli esirler de satılığa çıkarılır İstanbul'da. Köle tüccarlarının en ünlü mekânı, iki katlı, 300 hücreli ve demir kapılı Esir Han'dır. 1680'de, IV. Mehmet, esirlerin giysilerle satılmasını, yüzlerine allık, kızıllık sürmelerini yasaklayan bir nizamname hazırlatır. İstanbullu, yaşadığı kentin aynı acılara 1847'ye kadar tanık olduğunu bilmeden, gözyaşları içinde izler
Kökler adlı
televizyon dizisini... 1980'de yayınlanan bu dizi, Amerika'ya satılmak üzere götürülen Kunta Kinte adındaki bir kara tenlinin ve kendinden sonraki kuşakların dramını içerir.
İstanbullu çocukların oynarlarken söyledikleri şu tekerlemedeki kız, belki de Kunta Kinte'nin kendisi gibi esir tüccarların eline düşen kardeşlerinden birinin soyundan gelmektedir: "Yağmur yağıyor, seller akıyor / Arap kızı camdan bakıyor...'' İstanbullu'nun 'Arap' diye adlandırdığı Afrikalı kölelerin Habeş olanları arasında bir prens de vardır. Deli Petro'nun Türkler'den satın alıp azat ettiği 'İbrahim' adlı bu kölenin torunu Rus Edebiyatı'nın en ünlü yazarı olarak çıkar karşımıza. Bu kara tenli yazarın adı Aleksander Sergeteviç Puşkin'dir!
Yayın tarihi: 27 Aralık 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/27/ct/haber,0750F2F5859044DAB50622F13408AE7C.html
Tüm hakları saklıdır.