kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
15 Kasım 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Levrek levenge

Boğaz'ın kuytudaki parlak balıkçısı

Deniz ERBİL
31.10.2008
İstanbul'un trafiğini göze alıp, Kireçburnu'na kadar gidebilirseniz, Kamara balık restoranda palamut yemenin tam zamanı... Mekânın karides, ahtapot gibi deniz mahsulleri ve mezelerinin lezzeti de trafik eziyetini unutturuyor..
Küçükken ailenin yaşlıları anlatırlardı; o zamanlar ancak birbirine çok yakın oturan eş dost, öyle çat kapı misafirliğe gidebilirlermiş. Uzak semtlerde oturanların birbirini görebilmeleri ancak gece yatısı misafirlikleriyle mümkün olurmuş. Uzak semtler dedimse, öyle il sınırları dışı falan değil. Örneğin Kadıköy'de oturan bir aile, Emirgan'daki yakınlarını ziyarete kalksa, bir gün içinde gidip dönemeyeceği için, mutlaka gece orada yatarmış.
Bugün her yana ulaşan paralı, parasız yollarla teorik olarak kentin dört bir yanına kısa sürede ulaşmak mümkün. Teorik olarak diyorum; çünkü 21. yüzyıl İstanbulluları, bizler de artık oturduğumuz mahalleden burnumuzu dışarı çıkarmaya kalksak, neredeyse bir süre bizi idare edecek çamaşırları, giysileri yerleştirdiğimiz bir valizi yanımızda taşımak zorunda kalacağa benzeriz.
Önceki hafta cuma akşamı, dostlarım beni Kireçburnu'nda bir balık lokantasına davet etti. Aslında yapılmaması gereken bir şeyi yaptım ve daveti kabul ettim.
Kadıköy'de oturan birinin cuma akşamı otomobiliyle kalkıp Kireçburnu'na gidebileceği süreyi hesaba katamadım. Aslında böyle bir yolculuğun ne kadar süreceğini kim önceden kestirebilir ki? Normalde, yol açıkken yarım saati bile bulmayacak yolculuğu tam iki buçuk saatte tamamladım. Gittiğimde sofra neşesini bulmuş, soğuk meze tabakları boşalmıştı; dostlarım neredeyse patlayacak kadar gergin olduğumu fark ettiler, hemen rakı servisi yapıldı; mis gibi bir yudum rakı adeta bir mucize yarattı.
Sofradaki mezeler tazelenirken, az önce "Önümdeki kımıldamadan duran otomobilleri, yanımdaki TIR kamyonlarından meydana gelen duvarı nasıl havaya uçurabilirim?" diye terörist planlar yapmaya başlayan sanki ben değildim. Barışçı duygularım geri geldi; keyifli sohbete ben de katıldım, hoş ortam, mezelerin lezzeti trafik cehennemini kısa sürede unutturdu.
Boğaz'ın iki yakası boylu boyunca balık lokantalarıyla dolu; biliyorsunuz.
Bunların önemli bölümü sık sık el değiştirir, çoğu da birbirinin karbon kopyasıdır. Dolayısıyla Boğaz'da önerilmeye değecek farklı bir balık restoranı bulmak, benim gibi her hafta bu işi yapan birinin epey yer dolaşmasını gerektirir.
Kireçburnu'nda çok keyif aldığım Kamara adlı bu restoranın, sayısız benzerleri arasından mezeleri, ortamı ve servisiyle kolayca sıyrıldığını söyleyebilirim. Aslında Boğaz'a kalkıp gelen birinin hemen fark etmeyeceği bir yer burası.
Deniz manzarası yok. Yolun kara tarafında kalıyor. Bir villanın alt katında; yazın önündeki terasa da masa atılıyor. İçerisi ferah. Rustik bir havası var; duvarlar çıplak tuğla kaplı. Masa örtüleri, servis takımları şık, ortam aydınlık...
Yediğinizi ve masadakileri rahatça görüyorsunuz.
Sadece masanın ortasındaki küçücük mumlarla aydınlatılan, insanın ruhunu karartan yerlerden değil.
Üzerimdeki stresi almada, sofradaki mezelerin payı büyüktü. Neler yoktu ki; közlenmiş patlıcan, közde biber, siyah kısımları tümüyle temizlenmiş, lokum gibi yumuşacık lakerda, tam yağlı Ezine beyazpeyniri, marine edilmiş levrek ve uskumru, ahtapot salatası, karides söğüş...

KARİDES PİŞİRMEK MARİFET İSTER
Gerçi bütün mezeler çok başarılıydı, ama karidese gelince burada biraz durmak istiyorum.
Biliyorsunuz marketlerde dondurulmuş karidesleri her an bulabiliyoruz. Buna karşılık Marmara'nın o orta boy, çok lezzetli karideslerini taze taze alabilmek her zaman mümkün olmuyor.
Balık lokantalarının çoğu dondurulmuş karides kullanıyor ve bunlar ancak tereyağında pişirilirse, benim damak tadıma göre yenilebilir hale geliyor.
Kaldı ki, karides pişirmek de marifet. Biraz fazla pişerse, bütün lezzeti suyuna akıp gidiyor, eti sertleşiyor. Uzun lafın kısası, Kamara'nın karidesleri gerek tazelikleri, gerekse pişirme düzeyi açısından dört dörtlüktü.
Ardından isteğimize göre ince kıyım salatayla birlikte ara sıcaklar servis edilmeye başlandı. Yumuşak, üzeri altın rengi, çıtır çıtır kızarmış, içi ise yumuşacık bir kalamar tava, benim gözümde o balık lokantasının kalitesini ortaya koyar. Kamara bundan da sınıfı geçti. Bu arada restoranının işletmecisini sordum; yıllarca Pera Palas'ın Genel Müdürlüğünü yapmış Fuat Öztümer ve yine bu sektöre yıllarını vermiş Halit Özgün tarafından işletiliyormuş.
Derken Ege usulü, vantuzları üzerinde bırakılmış ızgara ahtapot servis edildi. O da çok lezzetliydi. Sonra balık keşkek getirildi. Kuzu gerdanından yapılmış keşkek favorimdir. Bazı bölgelerde yapılan tavuk keşkeği yadırgarım.
Ama doğrusu ilk kez Kamara'da tattığım balıklı versiyonu, neredeyse klasik keşkeği aratmayan lezzet dengesindeydi; balık kokusu neredeyse hiç algılanmıyordu.
İyi mezeleri olan restoranlarda sık sık yaşadığım olay, burada da tekrarlandı. Sıra ana yemeğe, balığa geldiğinde, kimsede bütün bir porsiyon balık yiyecek hal kalmamıştı. Ama buralara kadar gelip de şu sırada Boğaz'ın saltanatını süren palamudu tatmadan o kadar yol geri gidilemezdi. İkişer dilim palamut tava ile yetindik. Yemeğin üstüne, artık pek çok yerde bulunan, volkano olarak adlandırılan sıcak çikolatalı kek geldi sofraya. Çikolatası ve pişme kıvamı başarılıydı; kek yarıldığında, içinden mis gibi aromasını salarak sıcak bir çikolata deresi tabağa yayıldı. Ne kadar doymuş olsak da son kalıntısına kadar hepsini silip süpürdük.
Buraya gelirken kendi kendime epey söylenmiştim; itiraf edeyim ki, çektiğim eziyete değdi. Ama akıllandım. Bir daha cuma akşamı buralara gelmeye kalkışmayacağım.
Haberin fotoğrafları